Molla Fahrettin, henüz küçük
yaşta iken babası vefat etti.
Yetim kalması üzerine onun
yetişmesi ile fedakâr validesi
ilgilendi. Kendisi, henüz altı
yaşında iken Kur'ân-ı Kerim'i
hatmetti ve İslâmî ilimleri
okumaya başladı. 14 yaşında
iken, medrese tahsilini
tamamlamak için Batman yöresine
geldi. Ve halen Batman'ın
ilçelerinden olan Beşiriye bağlı
Tilmiz köyünde müderrislik yapan
büyük alim Molla Hasan
Tilmizî'nin yanına giderek
tahsiline devam etti. Molla
Hasan Tilmizî, bölgede herkes
tarafından tanınan ve Silvan'da
ikamet eden meşhur alim, fakih
ve mutasavvıf Molla Hüseyn-i
Kiçik'in talebelerinden ve ondan
icazet alanlardan biri idi ki
Molla Hüseyin Kiçik'e talebe
olmak hele ondan ilmi icazet
almak ilim çevrelerince büyük
bir iftihar vesilesi idi. Molla
Hasan Tilmizî de, hocası Molla
Hüseyin gibi bölgede şöhrete
kavuşmuştu.
Molla Fahrettin, hocası
Molla Hasan Tilmizî'nin yanında
öğrenimini tamamlayıp
kendisinden ilmî icazet aldı.
Ondan sonra hocasının köyüne
yakın Bileyder köyünde imamlık
görevine başladı. Burada hem
müderrislik yapıyor hem de
hocası ile irtibatını devam
ettirerek eksik kalan
bilgilerini tamamlıyordu. Bir
süre sonra buradan "Basork"
adındaki köye yine imam olarak
gitti. Burada köyün büyüğü olan
Hacı Osman ağa, onun isteği
üzerine camiin yanında bir
medrese inşa etti. Molla
Fahrettin, uzun süre bu
medresede ders vererek çok
sayıda talebe yetiştirdi. Bir
süre sonra bu köyden de
ayrılarak o zaman Siirt'e bağlı
bir ilçe olan Batman ilçe
merkezine gelerek Ulu Cami'de
imamlık-hatiplik görevine
başladı. Aynı zamanda vaizlik
görevini de yürütüyordu.
Vaazları halkın üzerinde büyük
etki yapıyordu. Kendisinin,
Batman'ın muhafazakar yapısında
ciddi etkisi olan manevi
dinamiklerden biri olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu arada yaşı ilerleyen
Molla Fahrettin efendi, seyr-ü
sülûka yöneldi ve Güneydoğu'nun
güneybatısındaki Cizre (Ceziratu
İbn Ömer) ilçesinde ikamet eden
ilim ve takva sahibi meşhur
Nakşibendî şeyhi Şeyh Muhammed
Said Seyda'nın yanına giderek
seyr-ü sülûkta ona intisap etti.
Liyakatini gören Şeyh Seyda
efendi 1955 yılında lkendisine
halifelik ünvanını verdi. Bundan
sonra "Şeyh Fahrettin" olarak da
tanımlanan Molla Fahrettin,
bölgede artık ilim tedrisatı
yanında irşad faaliyetlerini de
yürütmeye başladı. Bu arada
İmam-Hatip lisesini dışarıdan
bitirme hakkı tanınınca hemen
imtihanlara girerek Diyarbakır
İmam Hatip lisesinden mezun
oldu.
Bir süre imamlık, vaizlik,
tedrisat, sosyal ve tasavvufi
faaliyetleri birlikte yürüten
Molla Fahrettin, resmi görevle
birlikte bu faaliyetleri
yürütmenin son derece zor
olduğunu görünce, daha rahat
hareket edebilmek için resmi
görevlerinden istifa ederek
kendisini tamamen irşad ve
tedrisat faaliyetlerine verdi.
Bu faaliyetlerini Batman şehir
merkezindeki "Hacı Şirin Camii"
nde yürütüyordu. Burada
öğrencilerin iaşe ve ibate
masrafları, büyük ölçüde, camii
kendi adı ile kendi arazisinde
yapan Hacı Şirin
adındaki bir hayırsever
tarafından karşılanıyordu.
Bizzat kendim de, o
dönemde, adı geçen camide Molla
Fahrettin'in yanında okudum ve
1971 yılında, bu camide
kendisinden ilmî icazet alma
şerefine nail oldum.
Molla Fahrettin, bu arada
Üstaz Bediuzzaman Said Nursî'nin
kitaplarını (Nur Risalelerini)
okudu ve onlardan çok etkilendi.
Bunun üzerine Bediuzzaman
hazretlerine bir mektup yazarak
kendisini de talebeleri arasında
kabulünü talep etti. Bediuzzaman
da ona bir mektupla cevap
vererek muvaffakiyeti için dua
etti.
Bilindiği gibi Bediüzzaman büyük
düşünüyor ve uzun vadede
Dünya'ya hitap edecek Nur
Risalelerini yazıyordu. Molla
Fahrettin'in de Bediüzzaman'dan
etkilenmesi sonucu eser yazmaya
başladığı ve aynı ideali
taşıdığı kanaatindeyiz.
B. KİŞİLİĞİ
Hz. Peygamber (S) in
soyundan gelen Molla Fahrettin,
soyuna layık bir izzet-i nefis
ve kişiliğe sahipti. Ağırbaşlı
ve vakarlı duruşu ile herkesin
dikkatini çekiyor, kendisini
gören herkeste büyük bir ilim
adamı intibaını bırakıyordu. Bu
saygın kişiliği ile beraber son
derece mütevazi idi. Nitekim
ileride göreceğimiz gibi, o
kadar şöhret ve saygınlığına
karşın yazdığı fetvaların altına
"el-Miskin Fahruddin = Zavallı
Fahrettin" şeklinde imza
atıyordu. Talebelerine karşı
son derece şefkatliydi ve
onlarla birlikte kendilerinden
biri gibi davranıyordu. Öyle ki,
kendisini talebeler arasında
görenler, dış görüntüsünden
olmasa ilk etapta kimin talebe
kimin hoca olduğunu fark
edemiyordu. Uzak bölgelerden,
özellikle İç ve Batı Anadolu'dan
gelen talebelere medresesinde
yer verir ve onlara özel ihtimam
gösterirdi. Talebelerin
tedrisatı yanında sosyal
hayatları ve özel durumları ile
de ilgileniyor ve onların her
yönden mükemmel insan olmalarına
çaba harcıyordu. Öyle ki
talebelerine ait güzel bulmadığı
isimleri sünnete uygun güzel
isimlerle değiştiriyor ve bu
isimlerle onlara hitap etmek
istiyordu. Örneğin İskan ismini
Abdurrahman; Ferzende ismini de
Ahmed olarak değiştirmişti.
İsimleri değiştirilen bu zatlar
halen bu yeni isimleri ile
anılmaktadır.
Molla Fahrettin, İslam'ı
harfiyen yaşamaya gayret ediyor,
Hz. Peygamber'in sünnetini
titizlikle uygulamaya hassasiyet
gösteriyor, ilim adamlarının
başkasına örnek olmaları
gerektiğine inanıyor ve bu
sorumlulukla anlayışı ile
hareket ediyordu. Aktiv bir
yapıya sahip olan ve zamanını
boşa harcamama konusunda son
derece hassasiyet gösteren Molla
Fahrettin, sosyal ve irşad
faaliyetlerini bir kenara
bırakırsak, adeta bir uzlet
hayatı yaşıyordu. Yakın
çevresinin anlattığına göre
Batman'da kaldığı yaklaşık 20
yıl boyunca çarşı ve pazara pek
gitmiyor, genellikle evi ile
cami ve medrese arasında devam
eden bir hayat yaşıyordu. Camiye
giderken yol üzerinde
karşılaştığı 5-6 yaşlarındaki
çocuklar, etrafında toplanıp ona
büyük ilgi gösteriyorlardı.
Manevi kişiliğine paralel
olarak fizikî yapısı ile de
dikkat çekecek kadar farklı bir
yapıya sahipti. Takriben 1.90
metre boyunda, halk tabiri ile
sahabe tipi bir insandı. Hatta
kendisi uzun boyluluğu ile
ilgili bize şu anektodu
anlatmıştı: "Bir kere hac
esnasında, Mina'da cemaatle
namaz kılmak için saf tutmuştuk.
Ben imamlık yapmak için ön
tarafta durmuştum. Başımda,
tepesinde püskül bulunan bir
külah bulunuyordu. Tam niyet
edeceğim sırada, birisi dişleri
ile başımdaki külahın
püskülünden tutarak,
görebileceğim şekilde başımın ön
tarafında külahı salladıktan
sonra tekrar başımın üzerine
koydu. Arkama baktığımda benden
hayli uzun boylu bir zenci
gördüm ve son derece şaşırdım.
Zira dişleri ile başımdaki
külahın püskülünü tutabilecek
kadar uzun boylu idi. Kendisi,
bu hareketi ile benden de uzun
insanların olduğunu göstermek
istemişti."
C. ZAKA VE YETENEĞİ
Molla Fahrettin, son derece
zeki, ifade kabiliyeti güçlü,
fasîh ve belîğ bir şahsiyetti.
Kuvve-i hafızası o kadar güçlü
idi ki birçok talebesinin
müşahedesiyle, Arapça bir
kitabın bir sayfasını bir defa
okumak veya dinlemekle eksiksiz
hıfzediyordu. Ayrıca özel bir
çalışma yapmadan Kur'an-ı
Kerim'in tamamını hıfzetmişti.
Güzel, gür, mikrofonik bir sesi
vardı. Kıraet hocalarından özel
ders almamasına rağmen çok güzel
Kur'an okuyordu. Yine özel meşk
(hatt sanatını öğrenme)
yapmadığı halde güzel bir hattı
da vardı. İmam-Hatip
sınavlarında gösterdiği
olağanüstü performans,
öğretmenlerin dikkatini çekiyor
onları hayretler içinde
bırakıyordu. Hatta cebir,
matematik, fizik öğretmenleri,
"sanki bu bilimler bu hoca
tarafından keşfedilmiştir. Biz
bu bilimleri yüzeysel olarak
biliyoruz, Molla Fahrettin ise
bunların özünü biliyor" diyerek
hayretlerini gizleyemiyorlar ve
Molla Fahrettin'in kendilerinden
daha iyi bu bilimlere vâkıf
olduğunu ifade ediyorlardı.
D. AZİM VE KARARLILIĞI
Molla Fahrettin, fart-ı zeka
yanında büyük bir azim ve
kararlılığa sahipti. Büyük ve
uzun vadeli düşünüyor, geleceğe
umutla bakıyordu. Zihninde büyük
projeler vardı. Belki de
Bediüzzaman'ın insanlığa ışık
tutan "Vicdanın ziyası, ulûm-u
diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u
medeniyyedir. İkisinin
imtizacıyla hakikat tecelli
eder. O iki cenah ile talebenin
himmeti pervaz eder. İftirak
ettikleri vakit; birincisinden
taassup, ikincisinden hile,
şüphe tevellüd eder." şeklindeki
sözünden etkilenmiş olacak ki,
dönemin medrese hocalarının
aksine kendisi de, klasik ve
modern düşüncenin sentezinden
yana idi. İslami kimliğimizi
kaybetmeden modern çağa ayak
uydurmanın gerekliliğine
inanıyordu. Okuduğu Nur
Risalelerinin etkisi ve
İmam-Hatip sınavlarına girme
vesilesi ile klasik İslamî
ilimler yanında modern ilimleri
de öğrenmişti. Kendisi bu
limleri okuğu gibi talebelerine
de bunları öğrenmelerini tavsiye
ediyordu. Nitekim o dönemde
medrese hocalarının hemen hiç
birisi okuma yazma bile
bilmezken kendisi dışarıdan
İmam-Hatip lisesini bitirmekle
bu düşüncesini fiilen göstermiş
ve talebelerine de örnek
olmuştu. Ömrü vefa etseydi
üniversiteye gidip çok daha
etkili ve yetkili bir konuma
gelmeyi planlıyordu. Özellikle
Diyanet teşkilatında, çağın
gerekleri doğrultusunda ciddi
değişiklikler yapmanın
gerekliliğine inanıyordu.
Diyanet teşkilatının, ülkemizin
en ücra köşelerine kadar uzanan
geniş bir ağla büyük imkanlara
sahip olduğunu ancak bir çok din
görevlisinin, sahip oldukları
göreve ehil olmamaları nedeniyle
bu teşkilattan beklenen hizmetin
gereği gibi yapılamadığını,
dolayısıyla bu teşkilatın revize
edilerek ehliyetsiz
görevlilerden arındırılması
gerektiğini ifade ediyordu.
E. SOSYAL FAALİYETLERİ
Molla Fahrettin, yukarıda
belirttiğimiz faziletlerinden
dolayı hem ilim çevreleri hem
de halk tarafından son derece
sevilip sayılıyordu. Kendisi de
bu saygın kişiliğini halkın
huzur ve sükununu, birlik ve
beraberliğini temin için
kullanıyordu. Resmi bir görevi
olmamakla birlikte bulunduğu
camide imamlık yapıyor, hutbe
okuyor, vaaz ediyor ve tasavvufî
faaliyetlerde bulunuyordu.
Böylece halkı dini ve manevi
yönden aydınlatıp her türlü
kötülüğün, fitne ve fesadın
kaynağı olan cehaletten
kurtarmaya gayret ediyor ve
böylece toplumsal barışa ciddi
anlamda katkıda bulunuyordu.
Ayrıca bölgede aileler ve
aşiretler arasındaki
anlaşmazlıklara müdahele ederek
onları barıştırıyor, böylece
cinayetlerin, fitne ve fesadın
meydana gelmesini ve yayılmasını
önlüyordu. Örneğin tasavvuf
üstadı Şeyh Seyda hazretlerinin
de tavsiyesi üzerine Siirt'in
Pervari ilçesinin yaylasına
giderek orada kalan Davudi
aşireti ile göçerleri
barıştırmış, böylece bu
aşiretler arasında yıllardan
beri devam edegelen düşmanlık ve
ihtilaflar, onun çabasıyla
bertaraf edilmişti. Ayrıca
Batman yöresinde, tanınmış Raman
ve Alikan aşiretleri arasında
gerçekleştirdiği barışı
zikredebiliriz. Bu iki büyük
aşiret arasında barışı
gerçekleştirmek suretiyle bir
çok muhtemel cinayet ve
ölümlerin önüne geçmişti. Bu
hadiseden dolayı halk arasındaki
itibarı ve saygınlığı bir kat
daha artmıştı. Nitekim, Molla
Fahrettin, ilmî, tasavvufî ve
sosyal faaliyetleri ile
Türkiye'nin her tarafında
tanınınca, dindarlıkla tanınan
Konya halkı, bu büyük zatı
Konya'ya götürmek için harekete
geçmiş ve eşyasını götürmek için
bir kamyon tutup Batman'a
gelmişlerdi. Ancak bunu duyan
Batman halkı kamyonun etrafını
sararak evin taşınmasına ve
kamyonun hareket etmesine engel
olmuşlardı.
Halk arasında son derece
itibarı olan ve çok sayıda
talebe yetiştiren ileri görüşlü
alim ve mutasavvıf Molla
Fahrettin Efendi, ne yazık ki
tasarladığı büyük projelerini
tamamlayamadan, Batman'da, 1
ŞUBAT 1972 tarihinde, 62 yaşında
hakkın rahmetine kavuştu ve
Batman'a yakın "Korik" köyünde
annesinin yanına defnedildi.
Kendisi için Allah'tan rahmet
diliyoruz.
II. MOLLA FAHRETTİN'İN
FIKHÎ YÖNÜ VE ESERLERİ
A. MOLLA FAHRETTİN'İN
ESERLERİ
Molla Fahrettin, bir çok
İslâmî ilim dallarında eser
yazmayı hedefliyordu. Ancak ömrü
buna kafi gelmedi. Yine de bir
çok konuda eser yazdığını
görüyoruz. Çoğu basılmış olan bu
eserlerden 11 tanesine vakıf
olabildik. Bu eserleri bir süre
önce Siirt'te yapılan "İbrahim
Hakkı Ve Siirt Üleması
Sempozyumu" nda tanıtmam ayrıca
şu anda yapılmakta olan Batman
Sempozyumunda bu eserlerle
ilgili bir tebliğin sunulması
nedeniyle fıkıhla ilgili olan "
el-Kavlu's-Sedîd" dışındaki
diğer eserleri üzerinde
durmuyor, sadece bu eserlerin
isimlerini zikretmekle
yetiniyoruz. Cuma günü ve namazı
ile ilgili olanı dışında tamamı
Arapça olan bu eserler
şunlardır:
1. Cuma Günü ve Cuma Namazı.
2. Keşfu'l-Ğıta
Haşiyetu İmtihani'l-Ezkiya.
3. Durretu's-Sadef fi
Beyani Asnafi'l-Harf.
4. Et-Tarsîf fi İlmi't-Tasrîf.
5. El-İstinare fi İlmi'l-İstiare.
6. Îsâğûcî fi'l-Mantık.
7. Risaletu'l-vad'.
8. El-İ'tisam Haşiyetu Şerhi'l-İsam Ale'l-Ferideti fi'l-Beyan.
9. Miftahu'l-Cenne fi Ezkari'l-Kitabi ve's-Sunne.
10. Zu'l-Fikaru'l-Hayderî fi'd-difai Ani'ş-Şeyh Seyda el-Cezerî.
11. El-Kavlu's-Sedîd fi Beyani Hukmi's-Saydi Bi'l-Bundukati'l-
Muttehazeti Mine'l-Hadîd.
II. MOLLA FAHRETTİN'İN
FIKHÎ YÖNÜ, FETVALARI VE "EL-KAVLU'S-SEDÎD"
ADLI ESERİ
A. FIKHİ YÖNÜ
Molla Fahrettin'in fıkhi
yönüne geçmeden önce şunu ifade
edelim ki Doğu ve Güneydoğu
bölgelerinde, dindar olan halk
kesimi, yakın tarihe kadar,
genelde, karşılaştıkları
meseleleri, kanunlarla değil,
dinî inançları gereği, fıkhî
hükümlerle çözmek istiyordu. Bu
çözüm şekli, hem daha pratik
oluyor hem de dini inançlarına
ters düşmediği için kendileri
vicdanen rahat oluyorlardı.
Karşılaşılan mesele bir kaç
kişiyi ilgilendiriyor ve
anlaşmazlık konusu oluyorsa
taraflar, tanınmış bir fıkıh
alimine başvuruyor ve onun
vereceği hükme göre amel
ediyorlardı. Allah Taâlâ'nın Hz
Peygamber'e (S) hitaben
buyurduğu "Hayır, onlar
anlaşmazlığa düştükleri
konularda seni hakem tayin
etmedikçe asla iman etmiş
sayılmazlar"
şeklindeki sözleri ve bu
paraleldeki hadis-şerifler, yöre
halkına İslamî bir ruh aşılamış
olacak ki anlaşmazlıkları
konusunda din alimlerine
başvurmayanlar ya da
başvurduktan sonra onun verdiği
fetvayı kabul etmeyenler, halk
arasında yadırganıyor hatta
Müslüman olmamakla suçlanıyordu.
Başvurdukları alimden fıkhi
hükmü öğrenen halk, alimin
verdiği hükmü/fetvayı, genelde
kendisinden yazılı olarak
istiyor ve gerek başka
alimlerden gerekse halk
kesiminden vuku bulacak olası
bir itiraza karşı bu yazılı
belgeyi ibraz ediyorlardı. Bu
durum, aynı zamanda alimlerin de
hüküm verme konusunda daha titiz
davranmalarını ve daha ciddi
araştırma yaparak hükümlerini
sağlam delillere
dayandırmalarını sağlıyordu.
İşte Molla Fahrettin efendi de,
halkın başvurduğu ve sözünü
delil kabul ettiği bu büyük
alimlerden birisi idi.
Yazdığı eserlerden de
anlaşıldığı üzere hemen bütün
İslamî ilimlerde derin bilgiye
sahip olan Molla Fahrettin, uzun
yıllar bu ilimleri talebelere de
okutmuş ve onlarca talebeye
medrese geleneğinde bugünkü
üniversite diploması seviyesinde
olan ilmî icazet vermiştir.
Molla Fahrettin, özellikle Fıkıh
ilmi konusunda daha da geniş
malumat sahibi idi. Dolayısıyla
kendisinin bulunduğu ve aynı
zamanda tedrisat yaptığı cami,
adeta bir fetva ve uzlaşı
merkezi idi. Çeşitli konularda
anlaşmazlığa düşen yöre halkı,
ilmine ve takvasına güvendikleri
Molla Fahrettin'e başvurarak hem
anlaşmazlık konusu olan
meselenin fıkhî hükmünü
öğreniyor hem de onu hakem kabul
edip sunduğu çözüm önerisi ile
uzlaşıyorlardı. Ayrıca sadece
halk tabakası değil gerek Batman
yöresinde gerekse Türkiye'nin
diğer bölgelerinde hatta komşu
ülkelerde alimler, içinden
çıkamadıkları fıkhî meseleleri
uzak mesafelerden yazılı olarak
Molla Fahrettin'e gönderiyor ve
yine yazılı olarak cevaplarını
alıyorlardı. Molla Fahrettin'in
verdiği bir fetva hem ilim
çevresinde hem de halk arasında
kabul görüyor, bu fetvaya kimse
itiraz etmiyordu.
Genelde boşama ile ilgili
olmakla birlikte Molla
Fahrettin'den her konuda
fetvalar soruluyor, kendisi de
bu sorularla ilgili fıkhi
hükümleri yazılı olarak
soranlara veriyor veya
gönderiyordu. Aynı zamanda
medrese alimleri arasındaki
bilgi alışverişi ile fetva
yöntemi hakkında ışık tutacak
olan bu fetvalardan birkaç
tanesini örnek olarak burada
zikretmeyi uygun görüyoruz:
Fetva-1: Hıristiyanlar Tarafından Terk Edilen Arazi İle İlgili Fetva:
Yukarıda Hacı Şirin adında
Batman'lı bir hayır sever
vatandaşın kendi arazisinde,
kendi adını taşıyan bir cami
yaptırdığını ve Molla
Fahretin'in de ömrünün son
yıllarını bu camide geçirdiğini
v e burada vefat ettiğini
belirtmiştik. Molla Fahrettin'e
sorulan fetvalardan ve
kendisinin bu fetvalara verdiği
cevaptan anlaşılıyor ki adı
geçen camiin yapıldığı arazi,
zamanla yöredeki Hıristiyanlara
ait olup onların yöreyi terk
etmelerinden sonra Hacı Şirin'in
eline geçmiş ve kendisi bu arazi
üzerine cami yaptırmaya
başlamıştır. Bunu gören çevre
halkı, kendisine itiraz etmiş
ve bu konu alimler arasında
tartışmaya sebep olmuştur. Bunun
üzerine hem Hacı Şirin adındaki
şahıs hem de bazı alimler, Molla
Fahrettin'e konuyu sormuş ve
kendisi de onlara, fıkıh
kaynaklarını da belirtmek
suretiyle cevap vermiştir. Molla
Fahrettin'in konu ile ilgili
olarak kendi hattı ile yazdığı
mektubun orijinal metni ve
Türkçesi aşağıda belirtilmiştir:
Mektubun özetle tercümesi
şöyledir:
"Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Bu mektuba
bakacak olan kişiye arz olunur
ki, halk arasında yaygın olduğu
üzere, Hacı Muhammed Şirin,
Hıristiyanların Suriye'ye kaçıp
terk ettikleri, sahibi
bilinmeyen ve elinde bulunan
arazi üzerine bir cami yapmaya
başlamıştır. Bana ulaştığına
göre bazı insanlar, bu araziler
üzerine cami yapmanın caiz
olmadığı konusunda itiraz
etmişlerdir. Bunun üzerine adı
geçen Hacı, durumu bana bildirdi
ve kalbinin mutmain olup ortada
bir şüphenin de kalmaması için
bir yazı yazıp kendisine vermemi
istedi. Ben de talebini olumlu
karşıladım ve muvaffakiyeti
Allah'tan dileyerek şunları
ifade ediyorum: Bu araziler,
Hıristiyanların biz
Müslümanlardan korktukları için
kaçıp terk ettikleri bir maldır.
Bu şekilde olan her mal ise
fey'dir. Fey' olan her malın bir
kısmı, sınırın tehlikeli
yerlerini kapatmak, cami ve
köprüleri yapmak gibi
maslahatlara harcanabilir. Bu
kıyas şu neticeyi verir: Bu
arazilerin bir kısmı, sınırın
tehlikeli yerlerini kapatmak,
cami ve köprüleri yapmak gibi
maslahatlara harcanabilir.
Tuhfe'nin Minhac ile birlikte
olan ibaresi şöyledir: "Fey',
harbi olan veya olmayan
kafirlerden, savaş veya baskın
olmaksızın ve bir masraf
yapılmaksızın elimize geçen
cizye ve ticaret öşrü gibi
mallar ile bu kafirlerin
korkudan bırakıp gittikleri
mallardır. Üç mezhep imamı,
fey'in tamamının Müslümanların
maslahatlarına harcanacağını
ifade etmişlerdir. (Şafiilere
göre) ise Fey'in tamamı beş
eşit paya bölünür. Bu beş
paydan biri beş gruba aittir:
Bunlardan biri, Müslümanların
maslahatlarıdır. Örneğin
sınırdaki açıkları (tehlikeli
yerleri) kapatmak gibi. Şirvani,
camileri, köprüleri, kaleleri
yapmanın da aynı olduğunu ifade
etmektedir. El-Envâr, Muğni'l-Muhtâc
gibi geniş şerh ve haşiye
şeklindeki fıkıh kitaplarının
ibareleri de aynıdır. Eğer desen
ki "fey' olan malı kamu
yararları için harcama yetkisi
kişilere değil imama
(halifeye/hükümdara) aittir"
cevaben derim ki: "evet imam
adaletli olursa öyledir. Ancak
imam kamu malları konusunda
zulmeder ve bu malları bilen
birisi, onları elde etme
imkanını bulursa, o malları alıp
tıpkı adil imam gibi kamu
yararlarında harcayabilir ve
bundan dolayı sevaba da nail
olur. Hatta fukahanın da açıkça
belirttikleri gibi bu kişinin,
bunu yapması vaciptir. Nitekim
İbn Hacer de, Tuhfe adlı
eserinin "Feraiz Bölümü" nün
başında İbn Abdisselam'ın, bu
anlamı ifade eden ibaresini
nakletmektedir. Yine İbn Hacer
Tuhfe'sinin "Fey' ve Ganimet
Mallarının Takism Edilmesi"
bölümünden hemen önce,
sahibinden umut kesilen malın
beytülmalın (devlet hazinesinin)
mallarından sayılacağını, bu
malları elinde tutan kişinin
onları, cami yapımı şeyler bile
olsa, kamu yararlarında
harcayabileceğini ifade
etmektedir.
İşte bu açıklamalardan
anlamış olmanız gerekir ki,
Hıristiyanların kaçıp terk
etmeleri sonucunda sahipsiz
kalan ve sahipleri bilinmeyen
araziler üzerinde cami yapmak
caizdir. Ancak arazinin sahibi
biliniyorsa ve hazırsa tabi ki
onun izni olmadan arazisi
üzerinde cami yapmak caiz olmaz.
Bu durumda ya arazinin
kendisinden satın alınması veya
kendisinin izin vermesi gerekir.
Sözün hülasası şudur: Söz konusu
arazi, ya belli bir sahibi
yoktur ve beytülmala aittir ya
da böyle değildir. Eğer
beytülmala aitse yukarıdaki
açıklamalardan anlaşılıyor ki bu
araziyi elinde tutan kişi, onu
kamu yararında kullanabilir.
Şayet arazinin belli bir sahibi
varsa yani beytülmala ait
değilse arazinin bu şekilde
kullanılması caiz değildir."
ŞA'BAN 1384
El-MİSKÎN FAHRUDDİN
HIRİSTİYANLARIN
METRUK ARAZİLERİ İLE İLGİLİ
FETVA = Fetva-1
Görüldüğü gibi Molla
Fahrettin, güçlü muhakemesi ile,
önce bu malın hangi katagoriye
girdiğini belirtmekte ardından
mantıkî kıyas yürüterek kesin
fıkhî sonuca ulaşmaktadır. Çünkü
mantık kıyaslarının sonuçları
itiraz kabul etmeyecek derecede
kesindir. Örneğin Ahmet
insandır. Her insanın iki gözü
vardır. O halde Ahmed'in de iki
gözü vardır" şeklindeki kıyasta
Ahmed'in iki gözünün olmaması
düşünülemez. Çünkü küçük
önermede (kadiyye-i suğrada)
özne olan Ahmed, büyük önermenin
(kadiyye-i kübrayanın) öznesi
olan insanın bir ferdidir.
İnsanın bütün fertlerinin iki
gözlü olduğu ise herkes
tarafından kabul edilmektedir.
Molla Fahrettin de
"Hıristiyanlar tarafından terk
edilip sahipsiz kalan arazi
fey'dir. Fey' olan her arazi,
üzerinde cami yapılabilir. O
halde terk edilmiş bu arazi
üzerinde de cami yapılabilir"
şeklinde Bir kıyas kurarak
müddeası olan fıkhi hükmü kesin
bir şekilde ispatlamıştır..
Molla Fahrettin, ayrıca mantıkî
kıyasla yetinmeyip bu görüşünü,
Şafii mezhebinin en mutemed
kaynaklarından getirdiği delil
ile de desteklemiş, böylece
okuyucunun zihninde bir
istifhama ve itiraza yer
bırakmamıştır.
Molla Fahrettin'in belki
binlerce insanı ilgilendiren bu
ciddi mesele ile ilgili fetvası,
bölge uleması arasında yankı
bulmuş olacak ki bazıları buna
itiraz ederken diğer bazıları
bunu desteklemiştir. Örneğin
kendisinin icazet aldığı Molla
Hasan Tilmizî'nin yani hocasının
oğlu Molla Süleyman, bu fetvaya
itiraz ederek ona bir mektup
yazmış ve bu mektubunda itiraz
gerekçelerini açıklamıştır.
Mektubun muhtevası özetle
şöyledir: Hıristiyanlar
tarafından terk edilip sahipsiz
kalan söz konusu arazi
beytülmala (devlet hazinesine)
intikal eder. Beytülmalın
maslahatlara ayrılan beşte bir
kısmı taksim edilemez. Cami,
köprü gibi maslahatlar ise ancak
taksim edilip özel mülkiyete
geçen araziler üzerinde
yapılabilir. Dolayısıyla
Hıristiyanlarca terk edilip
sahipsiz kalan ve beytülmala
intikal eden arazinin doğrudan
cami ve köprü gibi maslahatlarda
kullanılması caiz değildir.
Ancak bu tür araziler satılıp
paraları adı geçen maslahatlarda
kullanılabilir. Değerli
kardeşim! Söz konusu arazilerin
fey' olduğu, fey'in beşte
birinin ise maslahatlara
harcanabileceği şeklinde bir
kıyas yapmışsınız. Yani siz,
fey' olan arazinin maslahatlara
harcanabilecek beşte birini
doğrudan arazinin beşte biri
şeklinde sanmışsınız Halbuki
Tuhfe'de de açıkça belirtildiği
üzere, maslahatlara
harcanabilecek beşte bir miktar,
arazinin kendisi değil gelirinin
veya bedelinin beşte biridir.
Kıyası da bu doğrultuda kurmak
gerekir... "
Molla Fahrettin, Kendisine
hitaben yazılan bu mektubu
alınca, 11 Şa'ban 1384
tarihinde, yani ilk fetvasından
6 gün sonra Molla Süleymana
hitaben bir mektup yazarak
itirazlarını tek tek ele almış
ve hepsini delillerle
çürütmüştür. Çalışmamızın
hacmini aşacağı için bu cevabî
mektubun tamamını burada yazmayı
uygun görmüyoruz.
Anlaşılıyor ki Molla
Fahretin'in görüşünü destekleyen
bir alim ile bu görüşe karşı
çıkan başka bir alim, kendi
görüşlerini delilleriyle
birlikte birer mektuba
yazmışlar ve bu iki mektubu bir
talebe ile, yukarıda ismini
zikrettiğimiz büyük müdakkik
Molla Abdulvahhab Derizbin'ye
göndererek kendisini hakem tayin
etmişlerdir. Molla Abdulvahhab
efendi de bu hakemliği bir görev
olarak kabul etmiş ve delilleri
yeterli değilse de, bu tür bir
arazide cami yapmanın caiz
olduğunu söyleyen alimin
görüşünü benimsemiştir. Yani
Molla Fahrettin'in konu ile
ilgili yukarıdaki fetvası
doğrultusunda görüş beyan
etmiştir. Molla Abdulvahhab'ın
kısa mektubu ve özet tercümesi
aşağıda belirtilmiştir:
"Rahman ve Rahîm olan
Allah'ın adıyla. Alemlerin Rabbi
olan Allah'a hamd,
peygamberlerin efendisine, âl ve
ashabına salat ve selamdan sonra
şunu arz etmek istiyoruz: Bir
ilim talebesi, bana, çelişkili
hükümler ihtiva eden iki mektup
getirdi. Bu mektuplar, Hacı
Şirin'in, durumu mektuplarda
belirtilen ve elinde olan arazi
üzerinde cami yapmanın caiz olup
olmaması ile ilgiliydiler.
Mektupları getiren ilim
talebesi, bu mektupların
sahiplerinin, aralarındaki
tartışmayı bertaraf etme
konusunda, bir tarafın hasmı
olarak değil hakem olarak bizi
kabul ettiklerini anlattı. Biz
de bu dini hizmeti ifa etmeyi
kabul ettik. Bu iki mektubun
muhtevasına vakıf olduktan ve
yanımızda bulunan mutemed
kitapları inceledikten sonra,
Latif ve Habîr olan Allah'ın
bize bahşettiği kısa bilgimiz
çerçevesinde bizde şu kanaat
hasıl oldu ki adı geçen hacının
fiili caizdir. Her ne kadar bu
fiilin caiz olduğunu ifade eden
mektupta belirtilen deliller,
yeterli değilse de bu görüşü
destekleyen ve bu yöndeki
delilleri tamamlar nitelikte
olan başka deliller de vardır.
Yüce Allah, herkesten daha iyi
bilir."
15
ŞA'BAN ŞA'BAN ŞA'BAN
İLİM HADİMİ
SEYYİD ABDULVAHHAB
MOLLA ABDULVAHHAB
EFENDİ'NİN EL YAZISI İLE YAZDIĞI
MEKTUBU
(HIRİSTİYANLARIN METRUK ARAZİSİ
İLE İLGİLİ)
Yukarıda belirttiğimiz
mektuplaşmalar, o dönemde halkın
dini hassasiyetini ve dini
fetvalara ne kadar önem
verdiğini, medrese alimlerinin
nasıl fetva verdiklerini, bu
fetvaları ne kadar ilmi bir
titizlikle yazdıklarını, yazılan
bu fetvaların halk ve ilim
çevrelerincece nasıl tepki
gördüğünü, medrese alimlerinin
birbirlerine karşı ne kadar
medeni ölçüler içerisinde
davrandıklarını göstermesi
açısından son derece önem arz
etmektedir. Bu mektuplar, tarihi
birer belge niteliğini
taşımaktadır.
2. Boşama İle İlgili
Fetvalar:
Bu konuda farklı birkaç örnek
verelim:
Fetva-2/a:
Boşama ile ilgili olan bu
mektubun altında her ne kadar
Molla Fahrettin'in imzası yok
ise de üslubundan, yazı
stilinden ve mektupları arasında
bulunmasından, mektubun
kendisine ait olduğu
anlaşılmaktadır. Mektup, Molla
Fahrettin tarafından kendisinin
de saygı duyduğu anlaşılan Molla
Hamid adındaki bir alime
yazılmış. Mektuptan anlaşılıyor
ki, Sabri oğlu Nezir adında Arap
kökenli bir şahıs, Molla
Fahrettin'e Gelemiş ve halk
Arapçası ile şu ifadeleri
kullanarak karısını boşadığını
söylemiştir: "
فف
طلاقات بلا فتوى لا يطلع فتوى لا
في الأرض ولا في السماء بنت أمين
علو تكن أمّتي و أختي على دوشك
رسول الله أشهد ان لا إله إلا
الله وأشهد أنّ محمدا رسول الله
= Yerde ve gökte fetva
olmayacak, fetva çıkmayacak
şekilde üç talak Emin Alo'nun
kızı, Rasulullah'ın döşeği
üzerinde anam bacım olsun.
Lailahe İllallah Muhammedün
Rasulullah." Adamın ifadesini
alan Molla Fahrettin, onu Molla
Hamid'in yanına göndermiş. Ancak
anlaşılıyor ki adam Molla
Hamid'e, boşamada kullandığını
söylediği "
فف طلاقات " sözcüğünü "بفف
طلاقات " şeklinde
söylemiş. Molla Hamid de "
بفف " sözcüğünün
başındaki "
ب" harfini yemin harfi
olarak değerlendirip adamın
kullandığı ifadenin, talak
(boşama) değil, talaka yemin
olduğunu düşünerek boşanmadığını
belirtmiştir. Molla Hamid'in
yazılı Fetvasını alan adam
tekrar Molla Fahrettin'in yanına
gelerek fetvayı kendisine
vermiş. Ancak kadının
boşandığını ve Molla Hamid'in
yanlış fetva verdiğini düşünen
Molla Fahrettin, Molla Hamid'e
elimizdeki mektubu göndererek bu
görüşünü dile getirmiştir. Molla
Fahrettin, mektubunda özetle
şunları söylemektedir:
"Değerli Üstaz Molla Hamid!
Ellerinizden öper dualarınızı
beklerim. Size şunu arz ediyorum
ki, adı geçen şahıs yanımıza
gelerek yukarıda belirttiğim
ifadeyi kullandığını söyledi.
Niyetini sordum. Niyetinin talak
olduğunu ifade etti. Sonra adam
size geldi. Siz de adamın
sözlerinin talakla yemin
olduğunu yeminin ise geçersiz
olduğunu ayrıca adamın,
kullandığı sözlerle karısının
kendisine haram olmasını niyet
etmediğini bilakis tehdit ve
korkutmayı kastetiğini gerekçe
göstererek talakın vuku
bulmadığı şeklinde fetva
vermişsiniz. Ben ise bu fetvaya
vakıf olunca buna rıza
göstermedim.
Birincisi, size yazdığım
gibi yemin eden kişinin sözü "بفف
طلاقات " şeklinde
ب
li değil "فف
طلاقات " şeklinde
ب
sizdir. Siz ise üzerine
ب
harfini ekleyip yemin şekline
sokmuşsunuz. Halbuki kullanılan
söz
ب sizdir ve üç talakın
açıklamasıdır. Yani kadının üç
talakla boşanması anlamındadır.
Zira kişi, kinayeten talakı
niyet etmiştir. Adı geçen
şahısın, bu sözcüğü sizin
yazdığınız gibi
ب
harfi ile telaffuz ettiğini
kabul eksek bile bunun talaka
yemin etme anlamını taşıdığını
kabul etmiyoruz. Bilakis söz
konusu lafız, "anam bacım olsun"
ifadesine bağlıdır. Yani "üç
talak ile anam bacım olsun"
anlamındadır. Bu sözün
belirttiğimiz ifadeye
bağlandığına ve yemin olmadığına
delil, yeminin cevabının yani
yemin konusunun olmamasıdır.
Eğer yemin olsaydı elbette bu
yeminin cevabı yani yemin konusu
da olurdu. Örneğin "üç talaka
yemin ederim ki çarşıya gitmem"
gibi. Yeminin cevabının
olmayışı, bu sözün yemin
olmadığını bilakis belirttiğimiz
ifadeye bağlı olduğunu
göstermektedir.
İkincisi, adı geçen şahıs,
benim yanımda talaka niyet
ettiğini ifade etti. Dolayısıyla
bunu inkâr etmesi, bir anlam
ifade etmemektedir. Adı geçen
şahsın, eline üç taş alıp
atmadan ve şahit tutmadan
kadının haram olamayacağı
şeklindeki inancının da hiçbir
faydası yoktur. Çünkü şaka
ederek ve oynayarak yapılan
boşamanın bile geçerli olduğu
konusunda icma vardır. Konu, İbn
Hacer'in Minhac ile birlikte
olan ibaresinde de
belirtilmiştir. Hz. Peygamber
(S) den "Üç şey vardır ki
ciddileri de ciddi şakaları da
ciddidir: Talak, nikah, ric'at
(talaktan vazgeçme)" şeklinde
sahih bir hadis rivayet
edilmiştir. Kısacası, adı geçen
adamın "karım anam bacım olsun"
şeklindeki ifadesi bir
kinayedir. "üç talak" şeklindeki
sözü ise bu ifadenin mef'ul-i
mutlakıdır. Yemin eden bu şahıs,
talakı niyet ettiğini ikrar
etmiştir. Dolayısıyla talakı
vuku bulmuş ve karısı
boşanmıştır."
Görüldüğü gibi Molla Hamid,
sözcüklerin şeklinden hareket
ederek ve ifadeleri zorlayarak
yüzeysel bir değerlendirme ile
talakın vuku bulmadığı şeklinde
fetva verirken Molla Fahrettin
ifadenin özüne bakıp daha derin,
daha mantıklı ve daha gerçekçi
bir yaklaşımla ve Molla Hamid'in
gözünden kaçan bir gramer
kuralını da dikkate almak
suretiyle tam aksine bir fetva
vermiş ve talakın vuku bulduğuna
hükmetmiştir. Bu iki alimin
değerlendirmesinden, ilim adamı
olmanın kolay olmadığını, hele
fetva vermenin son derece derin
ve çok yönlü bir ilim,
sorumluluk ve hassasiyet
gerektirdiğini görüyoruz.
Fetva-2/a: MOLLA
FAHRETTİN'İN MOLLA HAMİD'E
YAZDIĞI MEKTUP
Fetva 2/b:
Yine boşamakla ilgili bir
mektup: Molla Fahrettin bu
mektubunda verdiği fetva ile
ilgili durumu özetle şöyle
anlatmaktadır: "Kınaskli Hacı
Said'in oğlu Muhammed, yanıma
geldi ve Şemsi Han adındaki
karısı ile ilgili olarak
talakla yemin içtiğini söyledi.
Adı geçen şahsa, kullandığı
ifadeyi sordum. Kendisi babasına
hitaben Kürtçe lisanı ile şu
ifadeyi kullandığını söyledi:
"Hersi telaki Şemsi Hana
Süleyman jimin herin. Bira dili
te rahat be. Min aza kir =
Süleyman'ın kızı Şemsi Han'ın üç
telaki benden gitsin, Gönlün
rahat olsun, azad ettim.."
Muhammed'e, bu ifade ile
karısını boşamaya niyet edip
etmediğini sordum. Kendisi, Yüce
allah'a yemin ederek boşamayı
niyet etmediğini söyledi. Bunun
üzerine talakın vuku bulmadığı
şeklinde fetva verdim. Fetvanın
gerekçesi şudur:
Adı geçen şahıs, talak
yemininde iki cümle
kullanmıştır: Birincisi "Hersi
telaki Şemsi Hana Süleyman jimin
herin" ikincisi ise "Min aza
kir." Bu iki cümle de kinayedir.
Birincisi baştan sona
kinayedir. Çünkü cümlede "Telak"
kelimesi, "ت/T"
harfi ile kullanılmıştır. Oysa
boşamayı ifade eden Arapça
kelimenin ilk harfi "ط/Ta" dır.
Tuhfe adlı eserde, şöyle bir
açıklama bulunmaktadır: Bir
toplumda yaygın bir şekilde
"ط/Ta" harfinin yerine "T" nin
kullanılması halinde, bu harf
kullanılarak yapılan talakın,
sarih talak olacağı ifade
edilmektedir. Yöre halkında ise
bu tür bir kullanım söz konusu
değildir. Çünkü "ط/Ta" nın
bulunduğu bütün kelimeler "T"
ile kullanılmamaktadır. Nitekim
"tayr=kuş", "Tahir",
"tavr=balta", "tafşo=keser" gibi
bir çok kelime orijinal "ط/Ta"
harfi ile kullanılmaktadır.
Dolayısıyla "T" ile kullanılan
"telak" kelimesi, sarih (açık)
talak kapsamına girmemektedir.
Bu cümlenin devamında kullanılan
"jimin herin" aynı şekilde
kinayedir. Nitekim Fethu'l-Muin
adlı eserde, kinaye ile ilgili
olarak verilen cümle örnekleri
arasında "ذهب
طلاقكِ = talakın gitsin"
şeklindeki cümle de
zikredilmiştir.
"Min aza kir = azad ettim"
şeklindeki ikinci cümlenin
kinaye olduğu da kesindir. Zira
kural olarak "azad etmekte
kullanılan her açık veya kinaye
lafız, talakta kullanıldığında
kinayedir. Ayrıca içinde kadının
ismi geçmediği için bu cümle
geçersizdir"
El-Miskîn
Fahruddin
Görüldüğü gibi Molla
Fahrettin, adamın ifadelerini
iyice tahlil ettikten sonra son
derece ilginç ve dakik bir
yorumla talakın vuku bulmadığı
şeklinde fetva vermiştir.
Anlaşılıyor ki Molla Fahrettin,
en ufak bir çıkış yolunun
bulunması durumunda mümkün
olduğu kadar yuvaların
bozulmaması için çaba
harcamıştır.
Fetva
2/b:
BOŞAMA İLGİLİ BELGE
Fetva 2/c:
Fetva belgesinin özeti şöyledir:
Tilmizceli Ferman oğlu Muhammed
yanımıza gelerek talakla yemin
içtiğini ifade etti ve bizden
fetva istedi. Kendisine
kullandığı sözleri sorduk.
Cevaben şöyle dedi: "Babam
hanımımı dövdükten sonra dedim
ki (Kürtçe lisanı ile): "karım
benden boş olsun, bu şekilde
durmam." "Bu şekilde durmam"
sözünden kastım, "babam karımı
dövüp beni rezil ettiği takdirde
onun evinde kalmam" şeklinde
idi. Adı geçen şahıs, söylediği
ifadeyi bir defa kullandığını
söyledi. Biz de ona, babası
hanımını dövdükten sonra onun
evinde kalmaya devam ettiği
takdirde bir talağının gideceği
şeklinde fetva verdik."
28 GULAN (MAYIS) 1374.
El-Miskîn Fahruddin
Fetva-2/d:
Molla Fahrettin'in el yazısı ile
yazdığı fetva belgesinin özeti
şöyledir: Giresirli Ahmed Gelmez
yanımıza gelerek talakla ilgili
sözleri konusunda bizden fetva
istedi. Kendisinden, kullandığı
sözleri sorduk. Cevaben dedi ki:
"karımla aramızda bir
tartışmanın çıkması sonucu
kendisine hitaben dedim ki: "Üç
talakla seni boşadım ve seni
hakkımdan beri ettim, git
evlen." Talakla yemin ettiği
esnada niyetinin ne olduğunu
kendisine sorduk. "Bu sözleri
söylerken talaka niyet ettim"
dedi. Biz de talakının vaki
olduğu şeklinde kendisine fetva
verdik.
2 ÂDÂR (MART) 1374
El-Miskin
Fahruddin
Fetva-3:
Bu, yezidilerin nikahını
kıymakla ilgili bir fetvadır.
Konu ile ilgili mektubun
muhtevasından anlaşılıyor ki
Molla Abdurrahman adında bir
alim, Molla Fahrettin'e bir
mektup yazarak kendisinden üç
soru sormuş Molla Fahrettin de,
bu soruların cevabını tek tek
elimizdeki mektupta yazarak
kendisine göndermiştir. Molla
Fahrettin bu mektupta özetle
şunları söylemektedir: "Üç
soruya gelince bunların
birincisi şöyledir: "Kafir olan
bir erkek ve kadın nikah kıymak
için bize geldikleri takdirde
bizden bir alimin bunların
nikahını kıyması caiz midir?
Nitekim duyduğumuz kadarıyla
Beşiri yöresinde, yezidi
vatandaşlarımız, evlenmek
istediklerinde bir köy imamına
gidiyor ve nikahlarını ona
kıydırıyorlar." Bu sorunun
cevabı şudur: Bir müslümanın,
doğrudan onların nikahını
kıyması caiz değildir. Çünkü
böyle bir nikahı kıymak , ancak
vekaletle olur ki bu da caiz
değildir. Zira bir kişi, ancak
kendisinin bizzat yapması sahih
olan bir tasarrufta vekil
olabilir. Bir Müslümanın, kafir
bir kadına veli olması caiz
olmadığına göre ona vekil olması
da caiz olmaz. Bu bilgi, Minhac
ile birlikte olan Muğni'l-Muhtâc
adlı eserin "Vekalet Bölümü" nün
başında yer almaktadır"
Çalışmamızın hacmini aşacağı
için, Molla Fahrettin'e ait elde
ettiğimiz fetvaların tamamını
burada yazamıyor, yukarıda
belirtiklerimizin dışındaki
diğer bazı fetvalarının sadece
başlıklarını kaydetmekle
yetiniyoruz:
1. Hareket halinde olan
vapur, tren gibi araçlarda farz
namazlar nasıl kılınır.
2. Bir insan, askerlik ve
benzeri bir sebeple namazı
kısaltabilecek kadar uzak bir
yere gidip fitrelerini ödeme
konusunda kimseye vekalet
bırakmadığı takdirde, hanımının
kendisine ve çocuklarına ait
fitreleri kocasının malından
ödemesi caiz midir?.
3. "Selef", "halef"
kavramları kimler için
kullanılır?
4. Bazı namaz vakitleri ile
ilgili "Efdal" ve "ihtiyar"
kavramları kullanıyor. Bu
kavramlar arasındaki fark nedir?
5. İmamu'l-Harameyn kimdir?
6. Namazın kazasını teravih
arkasında kılmak hilaf-i
evladır. Kılındığı takdirnde
cemaatin faziletine nail olunur
mu?
7. Bakire bir kız, Hanefi
mezhebini taklid ederek bir
adamla evlenip onun yanında bir
süre, örneğin 7 yıl kaldıktan
sonra nikah anında, hayız ve
ihtilam itibariyle değil yıllar
(yaş) itibariyle baliğ
olmadığını iddia edip bunu
ispat ederse, buna karşılık
koca, delili olmadığı halde,
onun hayız itibariyle baliğ
olduğunu iddia etse davacı ve
davalı kimdir ve meselenin hükmü
nedir?
8. Yağmur suyu, kanallar,
rüzgar dolapları ile sulanan
arazilerin zekat öşür oranları
nedir?
9. Adet süresinin bir
kısmını hatırlayıp bir kısmını
unutup şaşıran kadının durumu
nedir?
10. Bir mal bırakmadan ölen
veya mal bırakıp da borcu olan
veya olmayan kişinin kaç kat
kefenle sarılması gerektiği.
11. Uyuyan kişiyi
uyandırmanın vacip veya sünnet
olduğu durumlar.
Tespit edebildiğimiz yazılı
fetvalar bunlardır. Aslında daha
ciddi bir araştırma yapıldığı
takdirde Molla Fahrettin
efendinin daha bir çok
fetvalarının elde
edilebileceğine inanıyoruz. Bu
fetvaların derlenerek bir kitap
halinde basılmasının, ve bir
yüksek lisans hatta doktora tezi
olarak çalışılıp ilim erbabının
ve halkın istifadesine
sunulmasının çok yararlı olacağı
kanaatindeyiz.
B. EL-KAVLU'S-SEDÎD Fİ
HURMATİ'L-ISTIYADİ
Bİ'L-BUNDUKİ'L-MUTTAHAZİ
MİNE'L-HADÎD (القول
السديد في حـرمة الاصطياد بالبندق
المتّحـذ من الـحديد)
Eserin isminin anlamı,
"Demirden Yapılan Mermi İle
Avlanmanın Haram Olduğuna Dair
Doğru Söz" şeklindedir. İsminden
de anlaşıldığı gibi bu eser,
demir ve kurşun mermilerle
hayvan avlamanın haram olması
ile ilgilidir. Bu konuda önce
birkaç hususu belirtmekte yarar
vardır:
1.
İslam'a göre hayvanlar, eti
yenenler ve yenmeyenler olmak
üzere iki kısımdır. Eti yenen
hayvanların etinin yenebilmesi
için hayvanın boğazının
kesilmasi gerekir.
2.
Kur'an-ı Kerim'de etleri haram
kılınan bazı hayvan tipleri
belirtilmiştir. Bunlar, eti
yenmemesi gereken hayvanlar için
örnek teşkil etmektedir.
El-Maide suresinin 3. ayetinde
şöyle buyrulmaktadır: "Ölmüş
hayvan, kan, domuz eti,
Allah'tan başkası adına
boğazlanan, (henüz canı çıkmamış
iken) kestikleriniz hariç;
boğulmuş (munhanika), darbe
sonucu ölmüş (mevkûze),
yüksekten düşerek ölmüş
(müteraddiye), boynuzlanarak
ölmüş (natîha) ve yırtıcı hayvan
tarafından parçalanan ve
(putlaştırılmış) dikili taşlar
üzerinde boğazlanan hayvanlar
bir de fal oklarıyla kısmet
aramanız size haram kılındı.
İşte bütün bunlar fasıklıktır."
3.
İslam'da insanlara eziyet etmek
haram kılındığı gibi hayvanlara
eziyet etmek de haram
kılınmıştır. Hz. Peygamber (S),
bir kadının, bir kediyi
bağlayarak ona bir şey
yedirmemesi ve dolaşıp bir şey
yemesi için onu serbest de
bırakmaması sebebiyle cehennemi
hakkettiğini ifade etmektedir.
Hz. Peygamber (S), başka bir
hadis-i şerifinde de şöyle
buyurmaktadır: "Allah, her şeyin
güzel yapılmasını istemiştir. O
halde öldürdüğünüz zaman güzel
öldürün, boğazladığınız zaman
güzel boğazlayın. Biriniz,
bıçağını iyi keskinleştirsin ve
hayvanı rahatlatsın"
4.
Hayvan etinin yenebilmesi için
boğazının kesilmesini şart koşan
İslam, avlanmayı helal kılmış,
boğazlanmasa bile, kuralına
uygun bir şekilde avlanan
hayvanın etini mubah kılmış.
Ancak mümkün olduğu kadar
yukarıda belirttiğimiz hususlara
riayet edilmesini gerekli
görmüştür. İşte Molla Fahrettin
de avlanma konusunu bu çerçevede
ele alarak bu risalesini kaleme
almıştır.
Molla Fahrettin, bu risaleyi
yazmasının sebebini anlatırken
şunları söylemektedir:
"Bölgemizde demirden yapılan ve
ateşlenerek sıkılan mermilerle
avlanma çoğalınca bir çok kişi,
bu tür avlanmanın caiz olup
olmadığını, bu avlanma şekliyle
yakalanan hayvanın etinin helal
olup olmadığını sık sık sormaya
başladılar. İmam Şafii'ye mensup
bazı ilim ehli, Şevkânî,
el-Menar tefsirinin müellifi
(Muhammed Reşid Rıza) ve
Fethu'l-Beyan'ın müellifinin
(Sadîk el-Buharî) nin sözlerine
dayanarak bu tür avlanmanın
caiz, ve boğazı kesilmese bile
avlanan hayvanın da helal
olduğu yönünde fetva verdiler.
Bir çok insan da bu fetva ile
amel etti. Hatta güvendiğim bazı
kimselerin ifadesine göre bir
çok insan, bu tür mermilerle
öldürülüp boğazı kesilmeyen
avların etlerini yedi. İşte İmam
Şafii mezhebine göre bu konuda
doğru olanını ortaya koymak ve
insanları haram olan ve uhrevi
cezayı gerektiren bu fiil
konusunda uyarmak için bu
risaleyi telif ettim."
Orta boy 16 sayfadan ibaret
olan ve basılmış olan Molla
Fahrettin'in bu eseri, üç bölüm
bir hatimeden oluşmaktadır.
Birinci bölüm, mermi çeşitleri;
ikinci bölüm, alimlerin
mermilerle ilgili görüşleri;
üçüncü bölüm, Şafii mezhebinde
mermilerle ilgili hüküm ve
fetvaya esas olabilecek mutemed
görüş; hatime ise taklitle
ilgilidir. Aslında bu eserin,
tamamıyla tercüme edilip daha
geniş halk kitlesinin
istifadesine sunulmasında son
derecede yarar vardır. Ancak
çalışmamız, buna müsait olmadığı
için bu bölümlerin sadece kısa
özetlerini yazmakla yetiniyoruz:
BİRİNCİ BÖLÜM: MERMİLERİN
ÇEŞİTLERİ:
Mermiler iki kısımdır: Bir
kısmı topraktan yapılmaktadır.
Her ne kadar Askalani'nin
Fethu'l-Barî'si gibi kaynaklarda
bundan söz ediliyorsa da
günümüzde bu mermi türüne
rastlayamadık. Diğer kısım ise,
demirden/kurşundan yapılıp ateş
ve barut gücüyle atılmaktadır.
Birinci çeşidin kullanılmasının
caiz olup olmaması konusunda
ihtilaf vardır. İkinci kısma
gelince Şafii mezhebine mensup
ulema, bu tür mermi ile
avlanmanın haram olduğu
konusunda ittifak etmişlerdir.
Çünkü bu mermi, hayvana işkence
vermekte, isabet ettiği yeri
yakmakta ve genelde
parçalamaktadır. Şu var ki şayet
bir bilir kişi, bu tür bir mermi
büyük bir kuşun kanadına isabet
ettiğinde onu yakmaz, sadece
etkisiz hale getirir şeklinde
bir görüş beyan ederse bu tür
büyük hayvanlara bu mermiyi
atmanın helal olma ihtimali
olabilir. Bu söylediğimiz,
sadece mermiyi ava sıkma fiili
ile ilgilidir. Merminin isabet
ettiği hayvan ise, ister toprak
ister demir mermi ile vurulmuş
olsun, hayat-i mustakirraya
sahip olacak şekilde yetişilip
boğazlanmadığı takdirde, mutlak
surette eti haramdır. İşte
konunun özeti ve risalenin amacı
bundan ibarettir.
İKİNCİ BÖLÜM: ULEMANIN
ADI GEÇEN MERMİLERLE İLGİLİ
SÖZLERİ:
Buhariî'nin naklettiğine
göre İbn ömer, mermi ile
öldürülen hayvanın mevkûze
(darbe ile ölmüş hayvan)
olduğunu söylemiştir. Salim,
Kasım, Mücahid, İbrahim, Ata,
el-Hasan ise, sağ olarak
yetişilip boğazlanmayan hayvanın
etini mekruh görmüşlerdir (s.3).
İmam Rafii, el-Muhezzeb adlı
eserinde, mermi gibi keskin
olmayan bir şeyle veya keskin
olan bir şeyin keskin olmayan
tarafı ile öldürülen bir
hayvanın etinin helal olmadığını
belirtmektedir. Nevevi de bu
eserin şerhinde ve Minhac adlı
eserinde aynı görüşü
paylaşmaktadır (s.4,5).
İbn Hacer, Tuhfe adlı
eserinde, Minhacın müellifi
Nevevî'nin, ava kurşun atmanın
helal olduğu konusunda fetva
verdiğini ancak İbn Abdisselam,
ve Maverdî gibi bazı fukaha,
hayvanı helak olmaya maruz
bıraktığı gerekçesiyle bunu
haram görmüşlerdir. İbn Hacer'in
kendisi de, el-Fetava'sında
Nevevî'nin bu görüşünü
naklettikten sonra tenkit
etmiştir (s.5).
Ezruî, demir mermi ile
avlanmanın mutlak surette haram
olduğunu ifade etmiştir
Fethu'l-Muîn müellifi
Zeynuddin Melibari,, günümüzde
bilinen demir mermi ile
avlanmanın kesinlikle haram
olduğunu ifade
etmektedir. Dimyâtî, bu eserin
şerhi İanetu't-tâlibîn'de şunu
söylemektedir: Sonuç olarak şunu
söyleyebiliriz: ateşleme ile
atılan kurşun mermiyi hayvana
sıkmak, mutlak surette haramdır.
Ancak avcının keskin nişancı
olması ve kuşun sadece kanadına
isabet edeceğinin bilinmesi
halinde bu avlanma helaldir.
Toprak mermi ile avlanmak ise
mutlak surette helaldir. Çünkü
bu da helal olan avlanmanın bir
yoludur (7).
Allame Sûyûtî, bizim yani
Şafiî'nin ve ulemanın çoğunun
mezhebine göre, canlı olarak
boğazlanmadığı takdirde mermi
ile öldürülen hayvanın etinin
helal olmadığını ifade
etmektedir.
Bu açıklamalardan
çıkardığımız sonuç şudur: Şafii
mezhebine göre ateşleme ile
atılan demir mermilerle avlanma
fiili haramdır. Ancak uzman bir
kişi, kurşunun, büyük bir
hayvanın sadece kanadı gibi
öldürücü olmayan bir yerine
isabet ettirileceği ve hayvanı
öldürmeyip sadece etkisiz hale
getireceği şeklinde görüş beyan
ederse, bu avlanma caiz
olabilir. İster demir ister
toprak kurşunla isabet alan bir
hayvan, henüz hayat-i
müstakirraya sahip iken ulaşılıp
boğazlandığı takdirde etinin
yenmesi helal, aksi takdirde
haramdır. Hanefi mezhebinde de
durum aynıdır. Şevkani, San'ânî
ve Reşid Rıza'nın sözlerine
dayanarak demir mermilerle
avlanmanın ve canlı ulaşılıp
kesilmese bile bu mermilerle
öldürülen hayvanların etini
yeminin helal olduğunu söyleyen
bazı çağdaş alimlerin sözleri
ise geçersizdir. Çünkü onların
dayandıkları Şevkani, San'ani ve
Abduh gibi alimler fıkıhçı
olmadıkları için fıkhî
meselelerde onlara taklid etmek
caiz değildir.
Malikiler aynı görüşü
paylaşmamaktadır. Onlara göre
her türlü mermi ile avlanmak
helal olduğu gibi atış
yapılırken besmelenin söylenmesi
şartı ile, bu mermilerin isabet
ettiği hayvanların etini yemek
de helaldir
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: HÜKÜM VE
FETVA KONUSUNDA MUTEMED OLAN
(HİYERARŞİK) GÖRÜŞLER:
Bilmiş ol ki mensup
olduğumuz Şafii mezhebinde
mutemed olan görüş sırasıyla,
İmam Şafii'nin açıkça
belirttiği, sonra Nevevî ve
Rafiî'nin ittifak ettiği, sonra
Nevevî'nin kesin belirttiği,
sonra Rafiî'nin kesin
belirttiği, sonra çoğunlukça
tercih edilen ve takvaya en
uygun olan görüşlerdir. Hüküm ve
fetvada dört mezhep imamından
başkasına taklit etmek ve
"Mezhepte racih görüş" ten başka
bir görüşle amel etmek caiz
değildir. Çünkü mukallidler
(taklid edenler) açısından
müctehitlerin görüşleri,
müctehitler açısından deliller
niteliğindedir. Müctehidin racih
delil ile hükmetmesi vacip
olduğu gibi mukallidin de,
müctehidin racih görüşleri ile
amel etmesi vaciptir. Karafi ve
İbn Salah, bu konuda icma'
olduğunu nakletmişlerdir.
(s.12,13)
İbn Hacer Tuhfe'de şöyle
diyor: İmamının kesin görüşüne
muhalefet eden mukallidin hükmü
geçersizdir. Çünkü müctehid için
Şari'in nassı ne ise mukallid
için imamının nassı da odur.
İbn Salah, Büyük
Fetâvâ'sında, hüküm ve fetva
konusunda dört mezhep imamının
dışında bir müctehide taklit
etmnin caiz olmadığını, ancak
kişisel olarak, taklit
edilebilecek nitelikteki bir
müctehide taklit etmenin caiz
olduğunu ifade etmektedir.
Görüldüğü gibi bu bölüm,
fıkıh usulünün önemli konularına
temas etmektedir. Bu konuların
tahlili ve detaylandırılması,
ancak doktora tezi gibi bir
çalışma ile olabilir.
Dolayısıyla konuların detayına
giremedik sadece özet
tercümelerini yapmakla yetindik.
HATİME: TAKLİT KONUSU:
Bilmiş ol ki taklit,
delilini bilmeksizin müçtehidin
görüşünü benimseyip onunla amel
etmektir. Taklit etmeyi sözle
söylemek şart değildir. Kişi,
amel tarzının, bir imamın
içtihadına uygun olduğunun
farkına vardığı anda o imama
taklit etmiş sayılır. Taklidin
altı şartı vardır: 1)
Mukalledin (kendisine taklit
edilen) müçtehidin mezhebinin
müdevven yani yazılı ve düzenli
olması. 2) Mukallidin
(taklit edenin), taklit ettiği
meselede mukalledin (taklit
edilenin) şartlarını bilmesi.
3) Taklit, kadının (hâkimin)
hükmünün bozulabileceği türden
bir konu olmamalı. 4) Her
konunun ruhsatlı yönlerini
almamak yani her mezhebin en
kolay yönü ile amel etmemek.
5) Bir meselede bir görüşü
benimseyip sonra aynı meselede
bu görüşün zddı ile amel
etmemek. Örneğin Hanefi
mezhebine taklit ederek şuf'a
hakkı ile bir ev alan kişi, bu
evi sattıktan sonra tekrar satın
almak isterken kendisi gibi
şuf'a hakkından yararlanmak
isteyen birini savmak için Şafii
mezhebine taklit etse bu taklidi
caiz olmaz.
6) Taklitte telfikin
meydana gelmemesi. Yani kişinin
amel ettiği mesele, taklit
ettiği içtihatların tamamının
dışına aynı anda çıkmaması
gerekir. Örneğin bir kişinin
abdestte kan konusunda Şafii'ye,
yabancı kadına örtüsüz dokunma
konusunda ise Hanefiye taklit
etmesi caiz değildir. Çünkü
vücudundan kan akan ve yabancı
kadına örtüsüz olarak dokunan
bir kişi, aynı anda iki mezhebin
dışına da çıktığı için taklit
işlemi caiz değildir.
Molla Fahrettin, halkı
yakından ilgilendiren taklit ve
teflik konusunu kısaca
anlatmakla risalesine son
vermektedir. Bu risalenin tahkik
ve tercüme edilerek ilim erbabı
için daha faydalı bir hale
getirilmesini umuyor, müellife
Allah'tan rahmet diliyoruz.
SONUÇ
Son derece ciddi tedrisat
yapılan Doğu ve Güneydoğu
medreselerinde, bir çok büyük
ilim adamı yetişmiş ancak bu
alimler genelde kitap yazmaya
ilgi duymamışlar ve hizmetlerini
sadece sözlü tedrisatla sürdüre
gelmişlerdir. Nadiren de olsa
bunlardan eser yazanlar olmuşsa
da ilgisizlik, sahipsizlik ve
benzeri sebeplerden dolayı bu
eserler basılıp yayınlanmamış ve
toplumun istifadesine
sunulmamıştır. Dolayısıyla bu
alimlerin gerek hizmetleri
gerekse şöhretleri kendi
zamanları ile sınırlı kalmış ve
tarih süreci içerisinde
unutulmuşlardır. Molla Fahrettin
ise, sözlü tedrisatın yanında
gramer ağırlıklı olmak üzere bir
çok konuda eser yazarak ilmini
daha faydalı ve daha kalıcı hale
getirmiştir. Ayrıca son derece
aktif olan ve zamanını en iyi
bir şekilde değerlendiren Molla
Fahrettin, sadece tedrisat ve
telifle yetinmemiş çok yönlü bir
şekilde ilmî, tasavvufî ve
sosyal faaliyetlerde de
bulunmuştur. Geleceğe umutla
bakan, uzun vadeli düşünen,
büyük şöhreti ve saygınlığı ile
beraber imzalarında "Miskîn"
lakabını kullanacak kadar
mütevazı ve aynı zamanda ehl-i
takva olan Molla Fahrettin,
özellikle fıkhî yönü ile şöhret
kazanmış ve gerek halkın gerekse
ilim adamlarının karşılaştıkları
zor fıkhi meseleleri çözmek için
adeta bir başvuru mercii haline
gelmiştir. Molla Fahrettin,
kendisinden sorulan fıkhî
soruları, sahip olduğu derin
ilmi yeteneği ile dakik bir
şekilde inceleyerek genelde
yazılı olarak cevaplamış ve
verdiği cevapların bir nüshasını
da yanında saklamıştır. Ancak
esefle ifade edelim ki, bir çok
fıkhi meselenin aydınlanmasında
ışık tutacak nitelikte olan bu
fetvaların çoğu kaybolmuştur.
Kayıp olan bu fetvaların ciddi
bir araştırma bulunarak bazı
örneklerini sunduğumuz mevcut
fetvalarla birlikte derlenip bir
fetva mecmuası halinde basılması
son derece faydalı olacaktır.
Molla Fahrettin, çeşitli konularla ilgili fetvaları yanında ayrıca fıkıhla ilgili
olarak, demir veya kurşundan mamul mermilerle avlanmanın haram olması ve taklit
konusunu içeren faydalı bir risale de yazmıştır ki bu risaleden de kendisinin birçok
İslamî ilimler yanında fıkıh ilminde de derin bir bilgiye ve güçlü bir muhakeme
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Molla Fahrettin veya diğer adıyla Şeyh Fahrettin efendiye
Allah'tan rahmet diliyor, eserlerinin tamamının ortaya çıkarılıp yayınlanarak toplumun
istifadesine sunulmasını temenni ediyoruz.
BİBLİYOGRAFYA
Hüseyni, Takiyyuddin Ebu Bekir b. Muhammed, Kifayetu'l-Ahyar
fi Halli Ğayeti'l-İhtisâr, Beyrut, ty
İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî,
(275/886), Sunenu İbn Mace, İst.1981.
Kuduri, Ebu'l-Hüseyn, Ahmed b. Muhammed (428/1036),
el-Kitâb, İst. ty.
Müslim, Ebu'l-Hüseyn b. Haccac el-Kşeyrî (261/874),
el-Camiu's-Sahîh, İst. 1981.
Nevevî, Ebu Zekeriya Yahya b. Şeref (575/1277), Minhacu't-Talibîn
ve Umdetu'l-Muftîn, Mısır ty.
Şirbînî, Muhammed el-Hatîb, Muğni'l-Muhtâc ila Ma'rifeti
Maâni elfazi'l-Minhâc, Mısır ty, IV, 109.
Molla
Fahrettin'in hayatı ve kişiliği ile ilgili bilgiler, oğlu Abdurrahim
Yıldız'ın bizzat kendisinden, Onun tarafından kaleme alınıp Molla
Fahrettin'in el-İ'tisam adlı eserinin başına eklenen kısa
biyografisinden ve Abdulkerim Ünalan'ın,
7-9 Eylül 2007
tarihinde yapılan " Uluslararası
İbrahim Hakkı Ve Siirt Uleması Sempozyumu " nda sunduğu "Molla
Fahrettin Batmanî ve İlmî Kişiliği" adlı tebliğinden yararlanılarak
hazırlanmıştır.
Eserleri |
Talebeleri |
Basından |
İletişim
|