Hayatı Mail gönder Tavsiyeler Talebeleri Dilinden Şeyh Fahreddin Resimler Vaaz MP3 indir
Eserleri Talebeleri Basından İletişim

ESERLERİ

Molla Fahreddin, pek çok İslâmî ilim dalında eser yazmayı hedefliyordu. Ancak ömrü buna kafi gelmedi. Yine de bir çok konuda eser yazdığını görüyoruz. Bu eserlerden 11 tanesine vakıf olduk. Vakıf olduğumuz eserleri şunlardır:

1. El-İ'tisam Haşiyetu Şerhi'l-İsam Ale'l-Ferideti fi'l-Beyan.
2. Keşfu'l-Ğıta Haşiyetu İmtihani'l-Ezkiya.
3. Durretu's-Sadef fi Beyani Asnafi'l-Harf.
4. Et-Tarsîf fi İlmi't-Tasrîf.
5. El-İstinare fi İlmi'l-İstiare.
6. Îsâğûcî fi'l-Mantık.
7. Risaletu'l-vad'.
8. El-Kavlu's-Sedîd fi Beyani Hukmi's-Saydi
Bi'l-Bundukati'l- Muttehazeti Mine'l-Hadîd.
9. Miftahu'l-Cenne fi Ezkari'l-Kitabi ve's-Sunne.
10. Zu'l-Fikaru'l-Hayderî fi'd-difai Ani'ş-Şeyh Seyda el-Cezerî.
11. Cuma Günü ve Cuma Namazı.

İsimlerinden de anlaşıldığı gibi sonuncu eserinin dışındakiler Arapçadır. Bu eserlerden ulaşabildiğimiz yedi tanesini kısaca tanıtacağız. Tebliğlerin basımından önce diğer eserleri hakkında elde edeceğimiz bilgileri de vermeye çalışacağız. Konunun daha iyi anlaşılması için kitapların tanıtımına geçmeden önce klasik kitap türlerini kısaca tanımlamakta yarar görüyoruz:


Klasik Arapça kitapları üç kısma ayırabiliriz:

1) Metinler: Bunlar, konuları özet halinde ele alan eserlerdir. Metinler genellikle açıklamaya muhtaç kapalı eserlerdir. Ayrıca şerh veya haşiyelerle açıklanan her kitap için de metin kavramı kullanılır.

2) Şerhler: Bunlar, bir metni açıklayan ve metnin tamamını kapsayan eserlerdir. Yani bir şerh incelendiğinde onun içinde metnin tamamını bulabiliriz

3) Haşiyeler: Bunlar ilgili oldukları eserin (metin, şerh veya ikisi birden) tamamını değil, sadece kapalı yerlerini açıklayan eserlerdir. Haşiyelerin içinde metnin tamamı bulunmamaktadır.

Bunlara Şafii fıkhından şu örnekleri verebiliriz: İmam Nevevi'nin yazdığı "Minhacu't-Tâlibîn" bir metin, Hayruddin er-Remlî'nin yazdığı "Nihayetu'l-Muhtac" onun şerhi, Nuruddin Ali b. Ali eş-Şebramelsi'nin eseri ise adı geçen şerhin haşiyesidir. Hanefi fıkhından da şu örneği verebiliriz: Timurtaşî'nin yazdığı "Tenvîru'l-Absâr" bir metin, Haskafî'nin yazdığı "ed-Durru'l-Muhtâr" onun şerhi, İbn Abidin'in yazdığı Raddu'l-Muhtar ise bu şerhin haşiyesidir. İşte Molla Abdullah'ın yazdığı eser de, Molla Halil'in yazdığı "el-Ma'fuvvât" adlı eserinin şerhidir.. Molla Fahreddin'in yazdığı eserlerin bir kısmı metin yani müstakil, bir kısmı ise haşiyedir. Bu açıklamadan sonra şimdi bu eserleri kısaca tanıtmaya çalışalım:


 

1. El-İ'tisam Haşiyetu Şerhi'l-İsam Ale'l-Ferideti fi'l-Beyan
(الإعتصام حاشية شرح العصام على الفريدة في البيان )

Beyan, belagatla ilgili bir bilim dalıdır. "El-Feride", bu bilimle ilgili olan ve medreselerde okunan bir metin kitabıdır. Asıl adı İbrahim ve lakabı İsamuddin olan meşhur alim, el-feride adlı metin ile ilgili "Şerhu'l-İsam ale'l-Feride" adlı bir eser yazmıştır. İsamuddin lakaplı büyük alim, medreselerde, anlaşılması zor eserleri yazmakla tanınmaktadır. Hatta bazı ibareleri tıpkı bilmeceler gibidir. Anlaşılmaları zor olmaları nedeniyle İsam'ın eserlerinden yeteri kadar yararlanılamamaktadır. Diğer bir ifade ile bu eserlerden ancak ilim ve zekasıyla ayrı bir hususiyet gösteren zatlar yararlanabilmektedir. İşte Molla Fahreddin, yazdığı bu eserle İsam'a ait şerhin zor yerlerini açıklayarak daha geniş bir kitlenin eserden yararlanmasını sağlamıştır.

Molla Fahreddin'in El-İ'tisam adlı eseri, müstakil olmayıp İsamuddin'e ait şerhin haşiyesi, bu eser de el-Feride'nin şerhi olduğundan bu üç eseri birlikte değerlendirmek durumundayız. Bu üç eserin özünü, metin olan el-Feride teşkil etmektedir. Bu eser, üç bölümden ibarettir. Bölümlerden sonra iki tane mebhas bulunmaktadır. Bölüm başlıkları, diğer benzer eserler gibi "kısım", "bab", gibi kavramlarla değil gerdanlık anlamındaki "ikd" kavramı ile ifade edilmiştir. Eser üç ikd ve iki mebhastan ibarettir. Her ikdin bünyesinde de inci anlamındaki "el-Feride" ile ifade edilen alt başlıklar bulunmaktadır. Birinci ikd (gerdanlık) mecazın çeşitleri ile ilgili olup altı feride (inci) den ibarettir. İkinci ikd, "istiare bi'l-kinaye" manasını tahkik ile ilgili olup dört ferideyi kapsamakta, üçüncü ikd ise "istiare bi'l-kinaye" nin karinesi ve buna ilave olarak "muşebbeh bih" in mülayematı ile ilgilidir ve bünyesinde beş feride yer almaktadır. Mebhaslara gelince, birincisi "mecaz-ı mürsel"in terşîhi, ikincisi ise "mecaz-ı aklî" ve "teşbîh" in teşrîhi hakkındadır. Çalışmamızın sınırlarını aşacağı için bu ilmî kavramları tek tek açıklama imkanımız bulunmamaktadır.

Molla Fahreddin'in "el-İ'tisam" adlı bu değerli eseri, müellifin oğlu Abdurrahim ile müellifin öğrencilerinden Muhammed Tahir es-Sadık tarafından tahkik edilmiş, tanınmış ilim adamlarından Halil Gönenç de eserle ilgili bir takriz yazmıştır. Eser büyük boy 254 sayfadan ibaret olup 1423/2006 tarihinde İstanbul'da Hanefiyye kitabevi tarafından basılarak ilim erbabının istifadesine sunulmuştur. Eser, Beyan ilmini öğrenmek ve incelemek isteyenler için son derece faydalı bir kaynaktır.
 

2. Keşfu'l-Ğıta Haşiyetu İmtihani'l-Ezkiya
(كشف الغطاء حاشية امتحان الأذكياء )

İsminden de anlaşıldığı gibi bu eser, "İmtihani'l-Ezkiya" adlı eserin haşiyesidir. "Zekileri İmtihan Etmek" anlamındaki "İmtihani'l-Ezkiya", Nahiv ilmi ile ilgili olup meşhur Osmanlı ulemasından olan ve "Birgivî" lakabı ile tanınan Muhammed b. Pîr Ali (929-981/1523-1573) nin, Kadı Beyzavî'ye ait "Lubabu'l-Elbâb" adlı eser üzerine yazdığı bir şerhtir. "Lubabu'l-Elbâb" ise, İbn Hacib (646/1248) tarafından telif edilen meşhur nahiv kitabı "el-Kafiye"nin özetidir. "İmtihani'l-Ezkiya", özetin özeti niteliğindeki "Lubabu'l-Elbâb" ı açıklamakta, gereken bilgileri ilave etmekte, örnekler vererek konuyu zenginleştirmekte, böylece anlaşılması zor olan bu eserin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Ancak imam Birgivî, eserlerini genelde çekici ve kolay anlaşılır bir üslupla yazdığı halde bu eserin bir çok yerinde bu ilkesini bozmuş ve eserin ismine uygun olarak zekasıyla temayüz etmiş olanları imtihan edercesine derin konulara değinmiş ve bu konuları da anlaşılması zor ibarelerle ifade etmiştir.

Medreselerde, belli seviyeye gelmiş ilim talebeleri, "İmtihani'l-Ezkiya"daki bu zor yerleri belirleyerek yeri geldikçe rakiplerine soruyor ve onları susturarak kendilerine üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı. "İmtihani'l-Ezkiya" nın o kadar zor ibareleri vardır ki her hoca bu ibareleri çözemiyor ve okutamıyordu. Bu eseri, ancak molla Fahreddin gibi belli başlı alimler okutabiliyordu. İşte Molla Fahreddin "Keşfu'l-Ğıta" yani perdeyi kaldıran adını verdiği eserini yazarak "İmtihani'l-Ezkiya" nın zor yerlerini açıklamış, böylece eserden yararlanılmayı kolay hale getirmiştir. Nitekim kendisi eserin başında şunları söylemektedir:

"هذا ما اشتدّت إليه حاجة المتفهمين لامتحان الأذكياء من حواش نفيسة تكشف عنه الغطاء فتراه العيون حتى العين العوراء وتدني ثمراته فتناوله الأيدي حتى اليد الشلاّء"

"…İşte bunlar, İmtihanu'l-Ezkiya" yı anlamak isteyenlerin şiddetle ihtiyaç duydukları nefis haşiyelerdir. Bunlar, adı geçen eserden perdeyi öyle kaldırıyor ki artık onu kör olanlar dahil bütün gözler görebilir, meyvelerini öyle yaklaştırıyor ki felç olanlar dahil bütün eller onlara ulaşabilir…"

"Keşfu'l-Ğıta" da, müstakil bir eser değil haşiye olduğu için onu da "İmtihanu'l-Ezkiya" ve "Lubbu'l-Elbab" ile birlikte bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Bu eserler bir bütün olarak hemen hemen nahvin bütün konularını içermektedir. Kelimenin tanımı ile başlayan eser, fiil ve ismin özelliklerini, i'rab çeşitlerini, marfuât ve mansubât kısımlarını ihtiva etmekte "nida" konusunu açıklamakla son bulmaktadır. Molla Fahreddin, rabbinin ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ nidasına uyarak dar-ı bekaya irtihal ettiği için yazdığı son konu başlığı da Münada olmuştur.

Eserin başında İstanbul İlahiyat Fakültesi Arapça Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan'ın İmtihanu'l-Ezkiya ve haşiyeleri ile ilgili bir değerlendirmesi ile Yahya Abdurrahman el-Abbasi'nin "Keşfu'l-Ğıta" ile ilgili bir takrizi bulunmaktadır. Eser, büyük boy 436 sayfadan ibaret olup 2006 yılında İstanbul'da basılmıştır.
 

3. Durretu's-Sadef fi Beyani Asnafi'l-Harf
(درّة الصدف في بيان أصناف الحرف )

Bu eser, şerh veya haşiye değil özgün bir eserdir. Eserin adının anlamı, "Harf Çeşitlerine Dair Sedef İncisi" şeklindedir. Adından da anlaşıldığı gibi eser, harf çeşitlerini açıklamakla ilgilidir. Belki ilk bakışta, sadece harflerle ilgili bir eser yazmak insana tuhaf gelebilir. Dolayısıyla bu eserin önemini ve Molla Fahreddin'in, neden sadece harfleri konu alan müstakil bir eser yazdığını anlamak için Arapça'daki "harf" kavramını açıklamak gerekir:

Arapça dışındaki dillerde "Harf" kavramı, sadece bildiğimiz hece harfleri için kullanılır. Bunlar, kelimeyi oluşturan harflerdir. Örneğin "kitap" kelimesindeki "k" harfi bir hece harfidir. Arapça'da ise harfler, "hece harfleri" ve "maânî harfleri" olmak üzere iki kısma ayrılır. Hece harfleri, yine kelimeyi oluşturan harflerden ibarettir. Bunlar 29 harftir. Hece harfleri, bir anlam ifade etmemekte sadece kelimeleri oluşturmaya yaramakta, dolayısıyla bunların sadece mahreçleri üzerinde durulmaktadır. Maâni harflerine gelince bunlar, Arapça'ya mahsus olan harflerdir. Bu harfler Arapça'nın dışındaki dillerde bulunmamakta ya da harf değil başka kavramlarla ifade edilmektedir.

Arapça'da kelime üç kısma ayrılmaktadır. Birincisi kendi başına bir anlam ifade eden ve zaman bildirmeyen kelimedir ki buna "isim" denir. İkincisi, kendi başına bir anlam ifade edip aynı zamanda zaman bildiren kelimedir ki buna "fiil" adı verilir. Üçüncüsü ise bir anlam ifade eden ancak bu anlamı ifade edebilmesi için isim veya fiil ile kullanılması gereken, diğer bir ifade ile isim veya fiilin içindeki bir anlamı ifade eden kelimedir. İşte bu tür kelimelere "Maânî Harfleri" denir. Maâni harfleri, tek hece harfinden oluşabildiği gibi birden fazla hece harfinden de oluşabilmektedir. Örneğin كتبتُ بالقلم (kalem ile yazdım) ifadesinde القلم in başındaki (ب ), tek hece harfinden ibaret olan bir maâni harfi olup Türkçe'deki "ile" anlamını taşımaktadır. جلستُ في البيت (evde oturdum) deki في , iki hece harfinden oluşan ve Türkçe'deki "de, da" anlamını taşıyan bir maâni harfidir. Üç hece hafinden oluşan muhakkak anlamındaki ّإن, beş harften oluşan "fakat, ancak" anlamındaki لكنّ de birer maânî harfidir. Kendi başlarına bağımsız olarak kullanılamayan ve bir anlam ifade etmeyen maânî harflerinin bazıları sadece isim ile, bazıları sadece fiil ile, bazıları ise hem isim hem fiil ile kullanılmakta ve kullanıldıkları kelimeye önemli anlamlar katmaktadır.

Maânî harflerinin her biri farklı bir anlam taşımakta, bazıları ise, birkaç anlamda kullanılmaktadır. Bu itibarla maânî harfleri Arapça'da son derece önemli bir yer işgal etmektedir. Ancak bu harfler, önemli oldukları kadar da karmaşıktırlar. İşte Molla Fahreddin, son derece önemli ancak bir o kadar da karmaşık olan bu harflerle ilgili müstakil bir eser yazma ve bunları detaylı bir şekilde açıklama ihtiyacını duymuştur. Büyük bir araştırma ve emeğin ürünü olan bu değerli eserin, ilahiyat fakülteleri ve İmam-Hatip liselerinde ders kitabı olarak okutulmasının yararlı olacağına inanıyoruz.

Sadece maânî harflerini inceleyen bu eserde, bazıları ihtilaflı olmakla birlikte 1001 harf 24 grup şeklinde zikredilmiştir. Ancak bazen aynı harf birden fazla grup içerisinde geçmektedir ki bu durumu dikkate aldığımızda belirttiğimiz 101 rakamı şekil olarak daha az bir sayıya düşmektedir. Mesela vav (و ) harfi hem cerr hem atıf harfi olarak geçmektedir.

"İzafe Harfleri/cerr harfleri" ni açıklayarak başlayan eserde, sırasıyla Muşebbehun bil'l-fi'l, nefiy, tenbih, nida, tastik ve îcab, istisna, hitap, sıla, tefsir, masdar, tahdîd, takrîb, istikbal, istifham, şart, vasliyye, ta'lîl, red', te'nîs, te'kîd, sekt harfleri yer almakta ve eser, tenvini açıklamakla son bulmaktadır. Müellif tarafından haşiyelerle açıklanan bu değerli eser, büyük boy 79 sayfadan ibaret olup Dimaşk (Şam) da basılmıştır.
 

4. Et-Tarsîf fi İlmi't-Tasrîf
(التَّرصيف في علم التَّصريف )

Eserin isminin Türkçe anlamı "Tasrîf/Sarf ilmi ile İlgili Düzenleme" şeklindedir. Bu da, şerh veya haşiye değil müstakil özgün bir eserdir. İsminden de anlaşıldığı üzere Molla Fahreddin'in bu eseri Sarf ilmi ile ilgilidir. Arapça'da "Alet İlimleri" denilen gramer ilimlerinin en önemlileri, "Nahiv" ve "Sarf" tır. Nahiv ilminin konusu genelde cümle, Sarf'ın konusu ise kelime yapısıdır. Cümleler, kelimelerden oluştuğu için önce kelimenin öğrenilmesi gerekir. Dolayısıyla Sarf ilmini öğrenmek, Nahvi öğrenmekten önce gelir. Bu nedenledir ki, medreselerde Sarf ilmi, Nahiv ilminden önce okutulmaktadır. Molla Fahreddin Efendi de bu eserini sarf ilmine tahsis etmiştir. Ancak şunu belirtelim ki müellif bu eserini, eski medrese sistemi ile yazmış, yeni bir metod geliştirmemiştir. Fakat müellifin, değişik kitaplarda dağınık bir şekilde yer alan bilgileri, büyük ölçüde derleyerek bu eserde bir araya getirmiş olması açısından eser büyük önem taşımakta ve okuyucular için ciddi kolaylıklar sağlayarak zaman tasarrufu kazandırmaktadır.

Müellif, tasrifin tarifi ile başladığı bu eserini altı fasıla (bölüm) ayırmıştır. Birinci faslı sahih fiile, ikincisini muzaafa, üçüncüsünü mu'telle, dördüncüsünü ise mehmûz fiile tahsis etmiş, beşinci fasılda ism-i zaman ve ism-i mekan, altıncı fasılda ise ism-i aleti açıklamıştır. Müellif, eserinde, ism-i tafdîl ve sıfat-ı müşebbehe gibi konulara ve fiil çekimlerine yeteri kadar yer vermemiş, bunları basit bir şekilde geçiştirmiştir.

Müellifin haşiyelerle donattığı eser, büyük boy 44 sayfadan ibaret olup basılmış, ancak nerede, ne zaman ve kimin tarafından basıldığı belirtilmemiştir. Müellif, emek verdiği bazı öğrencilerinden vefasızlık görmüş olacak ki eserin ilk sayfasında anlamlı iki beyit yazmıştır. Müellif bu beyitlerle, bazı hatalarını gören öğrencilerinin, kusurlarını örtmeleri ve hangi makama gelirlerse gelsinler, hiç kimseye karşı hiçbir surette vefasızlık ve nankörlük yapmamaları konusunda uyarmıştır. Bu beyitler şunlardır:

أعلّمه الرِّمايةَ كلّ يوم * فلمّا اشتدّ ساعدُه رماني
وكم علّمته نظم القوافي * فلمّا قال قافية هجاني

"Ona her gün ok atmayı öğretirim * Ancak bilekleri güçlenince ilk oku bana attı
Ona nice kafiyeler öğrettim * Ancak söylediği ilk kafiye ile beni kötüledi"
 

5. El-İstinare fi'l-İstiare
(الإستنارة في الإستعارة )

Eserin isminin Türkçe anlamı "İstiareye dair ışık" şeklindedir. İstinare, Arapça bir kelime olup aydınlık, aydınlanmak demektir. İstiare ise sözlükte ödünç almak, terim olarak ise, bir kelimeyi, aralarındaki benzerlik (müşabehet) alakasından dolayı kendi anlamının dışında başka bir anlamda kullanmaktır. Örneğin "bir arslanla yemek yedim" cümlesinde arslan kelimesinden gaye bildiğimiz vahşi hayvan değil bir insandır. Çünkü normalde yemek, arslanla değil insanla yenir. Burada arslan kelimesi, cesaret özelliği ile arslana benzeyen bir insan için kullanılmış yani bu kelime o insan için sanki ödünç alınmıştır. İşte istiare dediğimiz budur. Burada konu ile ilgili olan birkaç kavramı da kısaca tanımlamakta yarar vardır:

"Hakikat", bir ifadenin kendi orijinal anlamında, "mecaz" ise bir ifadenin kendi doğal anlamının dışında kullanılmasıdır. İstiare, "Mecaz" ilminin, Mecaz ise "Beyan" ilminin bir alt bilim dalıdır. "Beyan İlmi", tek anlamı, açıklık bakımından farklı olan değişik yollarla ifade etmektir. Bu ilim üç kısma ayrılır: Teşbîh (benzetme), Mecaz ve Kinaye (dolaylı anlatım). Bu üç kısmın en çok kullanılanı mecazdır, mecazın da en çok kullanılan kısmı istiaredir. İstiare bütün dillerde kullanılan edebî bir ifade tarzıdır. Özellikle Arap edebiyatında istiarenin çok önemli bir yeri vardır. Başta Kur'an-Kerim ve Hadis-i şerifler olmak üzere İslâmî kaynaklar istiarelerle doludur. İşte Fahreddin Efendi de bundan dolayı konumuz olan bu risalesini istiareye tahsis etmiştir.

Müellif risalesinin başında önce Beyan ilmini tanımlayıp açıklamakta, ondan sonra teşbihi de açıkladıktan sonra Hakikat ve mecaz kavramlarına geçmektedir. Bu bölümde risalenin esas konusu olan istiareye, nispeten daha fazla yer veriyor ise de eserin ismiyle mütenasip tarzda ağırlık vermemektedir. Her şeye rağmen konunun ana hatları hakkında kolay anlaşılır bir üslupla doyurucu bilgiler vermektedir. Müellif istiareden sonra Beyan ilminin diğer alt bilim dalı olan kinaye konusunu kısaca açıklamakta ve risalesini, mecazı önemini belirten şu ifadelerle bitirmektedir:

أطبق العلماء على أن المجاز أبلغ من الحقيقة وأن الكناية أبلغ من التصريح لأن الإنتقال فيهما من الملزوم إلى اللازم فهو كدعوى الشئ ببيّنة. فإذا قلت رأيت أسدا في الحمّام فكأنك قلت رأيت شجاعا في الحمّام لأنه كالأسد و إذا قلت: فلان كثير الرماد فكأنك قلت: فلان جواد لأنه كثير الرماد..

"Alimler, mecazın hakikatten, kinayenin de açık ifadeden daha belağatli oldukları konusunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bunlarda zihin, melzumdan lazıma intikal etmektedir. Bu da, bir şeyi delil getirerek (delili ile birlikte) iddia etmek gibidir. Mesela (mecaz kabilinden) "hamamda bir arslan gördüm" dediğiniz zaman sanki siz, "hamamda bir kahraman cesur gördüm çünkü o arslan gibi idi" demiş oluyorsunuz. Yine siz, (kinaye kabilinden) "Falan şahıs külü çok bir kişidir" dediğiniz zaman sanki siz, "falan şahıs cömerttir çünkü külü çoktur" demiş oluyorsunuz.

"El-İstinare fi'l-İstiare" adlı eser küçük boy 28 sayfadan ibaret bir risaledir. Eser, Muhammed Nezir el-Halili et-Tûrî tarafından tashih edilerek 1385/1965 yılında Dimaşk’ta (Şam) basılmıştır.
 

6. Îsâğûcî fi'l-Mantık
(إيساغوجي في المنطق )

İsminden de anlaşıldığı üzere Molla Fahreddin'in Îsâğûcî adlı eseri mantık ilmi ile ilgilidir. Îsâğûcî kavramı aslında üç kelimeden meydana gelmiştir. Birincisi, "sen" anlamındaki "îs"; ikincisi, "ben" anlamındaki "ağû"; üçüncüsü ise "burada" anlamındaki "icî". Buna göre Îsâğûcî'nin toplu anlamı "ben, sen, burada" şeklindedir. Mantıkçılar sonradan bu kavramı külliyat-ı hamse yani "nevi' ", "cins", "fasl", hassa ve "araz-ı amm" için kullanmışlardır. Tek kelime haline gelen bu bileşik kavramın mantıkta kullanılmasının nedeni hakkında değişik rivayetler vardır. Bazılarına göre filozoflardan biri, bahsi geçen külliyat-ı hamseyi Îsâğûcî adında bir adamın yanına bırakmıştı. Adam, bunları okuyup inceliyor ancak bir şey anlayamıyordu. Daha sonra filozof, adamın yanına gitti ve kendisine "ey Îsâğûcî!, ey Îsâğûcî!" diye seslenerek ona külliyatı anlatıyordu. İşte bundan dolayı bu külliyata Îsâğûcî adı verildi. Bazılarına göre Îsâğûcî, bu külliyatı bulup düzenleyen filozofun kendi adıdır. Diğer bazılarına göre ise Îsâğûcî, beş yaprağı bulunan bir gülün adıdır. Bu ad, beş yapraklı güle benzemelerinden dolayı söz konusu beş külliyata verilmiştir.

Bir kişinin medreselerde icazet almak için mutlaka okuması ve öğrenmesi gereken bazı ilimler vardır. Bunlardan biri de Mantıktır. Mantık, insanın doğru düşünmesini ve dolayısıyla doğru konuşup yazmasını sağlayan önemli bir bilim dalıdır. Onun için Mantık ilmi de, medreselerde sarf ve nahiv ilimlerinden sonra kolaydan zora doğru kademeli olarak okutulmaktadır. Mantığın ilk okutulan kitabı Îsâğûcî ve şerhi Muğni't-Tullâb'dır. Genelde öğrenciler, medreselerde Îsâğûcî kitabını ezberlerler. Dolayısıyla medrese uleması bu konuya önem vermiş ve bir çok alim, Îsâğûcî adı altında eser yazmıştır. Yani bu isimle eser yazmak, sanki bir gelenek haline gelmiştir. Örneğin Molla Halil Siirdî'nin de aynı adla bir eseri vardır. Hemen her dalda eser yazan Molla Fahreddin de yine aynı adla bu eserini telif etmiştir. Bildiğimiz kadarıyla Molla Fahreddin'in bu eseri aynı adla yazılan son eserdir. Müellifin, bu eserinde, daha önce yazılanların eksiklerini tamamladığını, tenkit edilecek yönlerinden kaçındığını dikkate alırsak bu eserin öncekilerden daha kapsamlı, daha faydalı, daha pratik ve öğrenilmesi daha kolay olduğunu söyleyebiliriz.

Müellif, eserin başında "bilgi"nin (ilmin) tanımını yapıp kısımlarını belirttikten sonra "dilalet" kavramını, bundan sonra "kavl-i şarih/tanım, ta'rîf" i ve özelliklerini açıklamakta, bunun akabinde mantığın temel konularına geçmektedir. Bunlardan kadiyye (önerme) ve hükümlerini, tenakuzu (çelişkiyi), müstevi aksi (düz döndürmeyi), aksu'n-nakîdi (ters döndürmeyi), şartiyyatın telazümünü (Şartlı gerektirmeleri) açıkladıktan sonra kıyasa, kıyasın kısımlarına ve kıyasla ilgili hükümlere yer vermektedir. Burada kıyasın, burhan, cedel, Hitabet, şiir ve muğalata olmak üzere beş kısma ayrıldığını, burhanın da "burhan-ı limmi" ve "burhan-ı inni" olmak üzere iki çeşit olduğunu belirtmekte ve risalesini, teberrüken, Allah'ın yoluna davet mesajını içeren ayet-i kerimeyi örnek göstererek şu ifadelerle bitirmektedir:

"والعمدة من الصناعات الخمس البرهان. قيل في قوله تعالى: "أدع إلى سبيل ربك بالحكمة والموعظة الحسنة وجادلهم بالتي هي أحسن" إن الحكمة إشارة إلى البرهان والموعظة الحسنة إلى الخطابة وجادلهم إلى الجدل. فيكون كلّ من هذه الثلاثة معتمدا عليه في الدعوة."

"Yukarıda belirtilen beş edebî sanatın temel olanı "burhan" dır. Allah Taâlâ'nın "Rabbinin yoluna hikmet ve güzel nasihatle çağır ve onlarla (müşriklerle) en güzel metodla mücadele et" mealindeki ayet-i kerimede geçen "hikmet" ifadesi "burhan" a, "güzel nasihat" ifadesi "hitabet" e, "onlarla mücadele et" ifadesi ise "cedel" e işaret ettiği söylenmiştir. O halde bu üç metod da Allah'ın yoluna davet etmekte geçerli yöntemlerdir."

Mantık ilmini ana hatlarıyla ilim erbabının istifadesine sunan ve son derece faydalı olan Îsâğûcî risalesi, küçük boy 60 sayfadan ibarettir. Abdurrahman Erzen el-Findikî ve Muhammed Nezîr et-Tûrî el-Halîlî, eserle ilgili birer takriz yazmışlardır. Ayrıca Muhammed Nezîr el-Halîlî et-Tûrî, eseri tashîh etmiştir. Müellif tarafından haşiyelerle açıklanan eser, 1963 yılında Terakki matbaasında basılmıştır.
 

7. Risaletu'l-Vad'
(رسالة الوضع )

Vad' da medreselerde okutulan bir bilim dalıdır. Vad', sözlükte bir şeyi bir yere koymak; terim olarak ise, "bir şeyi başka bir şey için (alamet olarak) belirlemektir. Öyle ki birinci şey bu belirlemeden haberdar olan kişi tarafından anlaşılınca ikinci şey de anlaşılır." Söz olsun veya olmasın birinci şeye "mevzû' ", ikinci şeye ise "mevzuun leh" denir. Mesela "Ali" kelimesini belli bir şahıs için özel isim olarak belirlemek sözel bir vad' dır. Bu belirlemeden haberi olan birisi, Ali kelimesini işittiğinde, hemen bu ismin konulduğu şahsı anlar. Burada Ali ismi "mevzû'", ismin ifade ettiğiz şahıs ise "mevzuun leh" tir. Zamirler, ism-i işaretler, ism-i mevsuller, ism-i fail ve ism-i mef'uller de buna kıyaslanabilir. Sözel olmayan vad'a örnek olarak da bir trafik işaretini gösterebiliriz. Mesela yoldaki kırmızı ışık, geçiş yasağının işareti olarak konmuştur. Bu işaretin bu yasak için konulduğundan haberdar olan bir kişi, kırmızı ışığı gördüğü zaman geçişin yasak olduğunu anlar ve durur. Burada kırmızı ışık "mevzû' ", geçiş yasağı ise "mevzûun leh" tir.

Görüldüğü gibi vad' da, bir ilim adamı için öğrenilmesi gereken bir bilim dalıdır. Onun için her bilim dalında eser yazmayı hedefleyen molla Fahreddin, vad' konusunda da bu eserini yazmıştır. Eser her ne kadar hacim itibariyle 8 sayfadan ibaret küçük bir risale ise de bir bilim dalını ana hatları ile anlattığı için büyük önem taşımaktadır.

Müellif eserin başında vad'ın sözlük ve terim anlamlarını belirttikten sonra vad'ın kısımlarını açıklamaya geçmekte ve burada vad'ın dört çeşidini zikretmektedir. Buna göre mevdu' olan şey, özel olarak tasavvur edilebilecek türden ise, bu vad' şahsidir, külli bir mefhum ile tasavvur edilebilecek bir çok lafızlardan oluşuyorsa, vad' nev'îdir. Mevzuun leh olan mana da, özel olarak tasavvur edilebilecek türden ise vad' has (özel), külli bir mefhum ile tasavvur edilebilecek cinsten ise, vad' amm (genel) dır. Müellif bu dört kısmı belirttikten sonra şahsi ve nev'î vad' ları da dörder kısma ayırıp bunları örneklerle açıklamaktadır. Bundan sonra da altı faydalı hususu maddeler halinde belirterek risaleye son vermektedir.

Vad' ilminin özetlendiği bu küçük risale de, müellifin diğer kitap ve risaleleri gibi son derece önemli ve faydalı bir eserdir. Ancak zor olan vad' ilminin bu kadar kısa ve öz bir risalede anlatılması, konuların anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Her ne kadar müellif, eserin kapalı yerlerini haşiyelerle açıklamış ise de bu açıklamalar yeterli değildir. Eserin tamamının bir şerhle açıklanması ve üniversiteler açısından bakire sayılan bu bilim dalının, akademisyenler tarafından Türkçeleştirilip akademik çalışmalarla ciddi ve detaylı bir şekilde incelenip ilim camiasına kazandırılması son derece faydalı olacaktır.

Risalenin elimizdeki nüshası, 8 sayfadan ibaret olup yukarıda zikrettiğimiz Îsâğûcî'nin sonuna eklenerek birlikte basılmıştır.
 

SONUÇ

Doğu ve Güneydoğuda bir çok büyük ilim adamı yetişmiş ancak bu ilim adamları genelde sadece tedrisat yapmakla yetinmiş, eser yazmak suretiyle bilgi ve birikimlerini sonraki nesillere aktarma cihetine gitmemişlerdir. Bundan dolayı bu alimlerin bir çoğu unutulmuş, hizmetleri de sınırlı kalmıştır. Ancak bunlardan Molla Halil Siirdî ve çalışmamızın konusu olan Molla Fahreddin Batmanî, bu geleneğin dışında bir çok konuda eser yazmışlardır.

Molla Fahreddin, derin ilmi ve takvası ile bölgedeki bütün ilim adamları arasında kabul ve saygı görmüş, hepsinin takdir ve beğenisini kazanmıştır. Savaş, yoksulluk, baskı ve cezaevi gibi en ağır koşullarda bile ilmî faaliyetlerinden ve eser yazmaktan geri kalmayan, büyük ve uzun vadeli düşünen Bediüzzaman Hazretleri, Molla Fahreddin Efendi’nin dikkatini çekmiş ve kendisi de onun yolunu izleyen talebeleri arasına girmeyi, kendisine yazdığı bir mektupla talep etmiştir. Bu iletişim sonucu olacak ki kendisi de, o zamanki medrese alimlerinin aksine eser yazma gayreti içine girmiş ve yazdığı bir çok eserle ilmini daha kalıcı hale getirmiştir. Ancak ne yazık ki hayatının en verimli döneminde, henüz genç sayılabilecek bir yaşta hayatını kaybetmiştir.

Medreselerin yapısını ve iç yüzünü çok iyi bilen Molla Fahreddin, medrese öğrenimini daha verimli hale getirmeyi hedeflemiş ve öncelikle ihtiyaç duyulan konuları ele almıştır. Bu nedenle daha ziyade, medreselerde okutulan klasik ilimlerle ilgili eserler yazmıştır. Bu eserler, gerek medrese tahsilini yapan öğrenciler gerekse onları okutan medrese hocaları için büyük kolaylıklar sağlamıştır. Kendisinin yazdığı 11 eserin sadece üç tanesi halka yönelik konular hakkındadır.

Bunlardan ikisi fıkıhla, birisi ise tasavvuf şeyhini savunmakla ilgilidir. Tefsir, hadis ve kelamla ilgili eserlerine rastlayamadık. Ancak kendisini yakından tanıyan bir öğrencisi olarak kendisinde öyle bir enerji görüyorduk ki, eğer ömrü vefa etseydi çok önemli konularda eser yazacak ve Dünya çapında bir ilim adamı olarak şöhret kazanacaktı. Onun bu durumu, kendisini yakından tanıyan herkes tarafından bilinmektedir. Ayrıca kendisi sadece klasik İslâmî ilimlerle değil fizik, kimya, matematik gibi modern bilimlerle de yakından ilgileniyor ve bu konuların hocalarını hayrette bırakacak kadar performans gösteriyordu.

İlim ve takvası ile birlikte çağdaş ve ileri görüşlü bir fikir yapısına sahip olan Molla Fahreddin, özellikle Diyanet teşkilatına ve din görevlilerine çok önem veriyor, ülkenin her tarafına dağılmış bulunan bu görevlilerin, görevleri ile mütenasip bir ehliyete sahip olmaları gerektiğini söylüyor, ileride bu teşkilatta müfettiş veya daha üst düzey bir yetkili olması halinde, ehil olmayan hiçbir elemanı Diyanet camiasında barındırmayacağını ve Diyanet teşkilatını bunlardan ayıklayacağını ifade ediyordu.

Kendisine Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz.

İnternet Sitesinde kullanılan içeriklerde Doç. Dr. Abdulkerim ÜNALAN'ın "MOLLA FAHRETTİN BATMANÎ VE İLMÎ KİŞİLİĞİ" adlı makalesinden yararlanılmıştır.

Seyyid Abdulvahhab el kartmini |Eserleri | Talebeleri | Basından | İletişim